Ana içeriğe atla

Beyaz Eşek'li Kral




Masallara inanırım.
Her türlüsüne her şeyiyle hem de.

Evet kabul ediyorum beyaz atlı prensim olmadı hiç ama beyaz eşekli bir kralım vardı benim. Bunun anlamı o kadar büyük ki benim için, aidiyet dediğinde biri aklıma sadece Afacan Emmi'nin sabah kahvaltısına yetiştirdiği sıcak çarşı* ekmekleri geliyor.

...

Hangi zaman diliminde olursak olalım ait olmak istiyoruz bir şeylere, bir yerlere, birilerine...
Bu yüzden evlenir insanlar, bu yüzden ben Türk'üm, Kürt'üm derler ya da bu yüzden Ermenek'liyim/Ankara'lıyım/Konya'lıyım vs...

Yalnızlığın bile aidiyeti vardır kendine özgü ya şarkılara sığınırsın ya kağıt kaleme; bazen yastığına, bazen ise kedine köpeğine...

Küçük yaşta yolunu kaybetmiş bir kızın sığınabileceği en güvenli liman dedesidir.
En azından benim için böyleydi.
Çok eksiğim vardı o zamanlar, oyuncaklarımı kaybetmiştim ve masallar bana ihanet edip sıkı sıkı tuttuğum iki eli alıp götürmüştü benden. Ne tarafa yürüsem sığınmak için, diğer el buz gibiydi döndüğümde. O zamanlarda da kırılgandım şimdi olduğum gibi. Sadece masalların hep mutlu bittiğine inancım biraz daha fazlaydı o kadar.

Böyle zamanlarda, yani dünya üzerinde sürekli bir şeyler olurken, herkes bir yerlere koştururken, bakışlarıyla "seni seviyorum" diyen biri pek çıkmaz karşınıza. Çoğu bakışlarda şefkat görürsünüz hep, sonra hayal kırıklığı, belki biraz suçlama, bazen ihtiyaç, bazen ise özlem. Ama o gözler her şeye rağmen sizi sevdiğini söyleyemeyecek kadar yorgundur hep. Bilseniz de neyin ne olduğunu oyuncaklarını ve masallarını kaybetmiş küçük bir kızsanız eğer içinizi ısıtacak gözleri ararsınız.


Ben şanslıydım.

...


Dedem çok konuşkan değildir. Aslında böyle söylemek yanlış belki; dedemle konuşmak için onu haketmeniz gerek. Yani "seni dinliyorum" garantisinin yanında "seni seviyorum" garantisi de vermeniz gereklidir gözlerinizle size gönlünü açması için.

Düşünüyorum da çoğumuzun beceremediği şey bu belki. Sürekli konuşuyoruz ama hissetmiyoruz birbirimizi, aslında ne demek istiyor umrumuzda bile değil karşımızdaki ve sürekli bir yerlere yetişmemiz gerek niyeyse, bu yüzden birbirimizin üzerine basarak bitiriyoruz her günü... yetişmek istediğimiz yeri bilmeden hemde.

Bu yaşıma gelene kadar dedem "onu niye böyle yaptın dede?" dışında sorduğum her soruya o çapkın gülümsemesiyle cevap vermiştir hep. Bütün sırlarını hiçbir zaman açmamıştır ama. Mesela ona niye Afacan dediklerini ondan duyamazsınız hiç, soru yöneltilince ananem giriverir devreye ve dedem de bıyık altı gülümsemesiyle tasdikler gururla hikayeyi ama asla sözle kirletmez gururunu, gülümser sadece...
Ve siz dünyadaki en kahraman dedenin sizin olduğunu düşünürsünüz.

Ha bu arada dedeme neden mi Afacan demişler? Hikayesi şöyle: Hocası bir soru yöneltir arkadaşına ve benim zeki dedem duramaz söyleyiverir cevabı. Hocası kızar hemen: - sen sus Afacan! Çok garip bir durum belki ama o zamandan beri dedeme Afacan lakabıyla seslenirler Ermenek'te. Ve Afacan bir dedesi olan küçük bir cadı olarak hep gururla gezmişimdir onun şehrinde.

...

Ben taş fırın ekmeği sevmem.
Ve dedem bilir bunu yalnızca. Aslında daha çok hangi ekmeği sevdiğimi birilerinin önemsemesinin, benim için ne kadar değerli olduğunu bilir o.
Sabahın ilk ışıklarında sabah namazını kılar, sevgili eşeği Bozli'yi yemler ve benim için sıcak ekmek alırdı, hem de çarşı ekmeği; arkası tırtıklı olan susamsız ekmekler hani. Sonra beyaz peynir... Sabah okula gitmeden önce sini başına kahvaltıya oturduğumuzda o peynir, anında benim koordinatlarıma yönlendirilir ve reçel, domates, tereyağ; tepside(sini) dedem tarafından önümden geçit törenine çıkarılırlardı.

-"Mige" nediyi ekmekle doyuruyorsun karnını? , diye fırça yerdim birde. O ekmeğin benim için ne kadar kıymetli olduğunu bilirdi aslında ama mideme sağlıklı bir kaç şey daha girsin diye çabalardı işte.
Birde benim dışımda beyaz peynire el uzatan ellerin sahipleri de bizzat dedem tarafından haşlanırdı yine. Çünkü sadece ekmek ve beyaz peynir yerdim. Ve o bunu hiç atlamazdı.
Özellikle ananem ne çok kıskanırdı dedemi benden. Küçükken dedem onu boşasın diye az çektirmedim kadıncağıza itiraf edeyim : ) Ne çok kavga ederdik dedem uğruna. Ama dedemin nasıl prensesiysem ben krallığında, ananemde biricik kraliçesiydi hep. Onların, biri 70 diğeri 80 küsür yaşındaki aşk'ına bakınca bunun yılların getirdiği bağlılığın ötesinde bir şey olduğunu hemen farkedersiniz hala. -Az çektirmedi bana hınzırın eniği der ananem dedem için ve ekler onsuz olur mu ak yavrum, Afacan olmasa ben niderim... Ve başlar zamanında dedemin kumaşçı dükkanında dolap içinden onu görüp beğendiğini anlatmaya... Ama sonuna mutlaka kahveden gelmediği günleri de ekler. Siz kızdığından sanırsınız sigara içmesine oysa o derki: "-ne çok bekledim onu ben"




Dedem çok çalışkandır.
Bağı(bahçe) vardır her şeyden önce. Bu yüzden eşeği kıymetli aslında ya da ben kendimi öyle avutuyorum da diyebiliriz. Çünkü dedeme ne zaman sorsam: -en sevdiğin kim?, diye -sen, der ama soru: -peki ya Bozli?, olursa -e onun yeri ayrı, olur cevap. Ve siz bir eşek kadar olamadığınız için kendinizi yer durursunuz.
Yıllardır bıkmadan bağını ekip biçti ananemle, gerçi şimdilerde yalnızca ağaçları sulamaya gidiyormuş söylediğine göre ama iki sene öncesine kadar kavak ağacından düşmüşlüğü var ağacı budarken ve vücudunun türlü yerlerinde milyon tane dikiş izi mevcut 80 küsür yaşında...
Hele o çok sevgili eşeğinin dişini geçirmediği yer kalmadı adamcağızda ama sorsan dedeme -sevdiğinden eder o, der. Açık kalp ameliyatı geçirdi eşek üstünden attığı için ama o eşek hala Müge'den kıymetli... :) Tamam kıskançlık kısmını geçiyorum/geçmeye çalışıyorum, eklemek istediğim şu:

Dedem diyor ki: "beni incitiyor, çünkü beni seviyor."

...





Neyse ki sonraları Mustafa Sandal'ın onun arabası var şarkısı çıktı piyasaya ki alıştım Bozli'ye.
Şimdi şöyle oldu... arabam yok, şoförüm yok ama şarkı var ortada ne yapmalı derken tutturdum dede beni Bozli'ye bindir diye. Bağdan dönerken Ananem / Dedem ve ben arasında her seferinde çatışma çıktığından eşeğe kim binecek diye hem sonraları okula başlayınca bağa sık gidemez oldum filan derken şöyle bir karar aldık. Dedem her bağdan döndüğünde evimizin önündeki beton damda bana bir tur attıracaktı Bozli'yle.

Tanrım... Nasıl havalıyım anlatamam. Arabayı geçtim, güzelliğini geçtim hem eşeğim olmuştu hem şoförüm. Tam prensestim yani. Avını bekleyen avcı gibi beklerdim dedemi krallığın tahta balkonunda... Şimdi yalan yok, adamcağız yorgun olduğundan belki bizim kız unutmuştur diye acele ederdi eşeği ahıra sokmak için :) Ama hiç kaçar mı... Dede!... diye hoplayıp anında evin önünde olurdum...
Boyum yetmediği için Bozli'ye binmeye, Sipas caminin merdiveninden semerin üzerine zıplayıp sevgili Afacan Kral'ın önderliğinde dilimde -Benim arabam var, şoförümde bir Kral hey... şarkısıyla dünyanın en şanslı prensesi oluverirdim. Dedem hep gülerdi o halime ama dedim ya çok konuşmazdı. Çünkü gözleri hep "seni seviyorum" diye bakardı.

...

Sonra dedem esnaftır en kralından.
Eskiden çok zenginlermiş anlatırlar hep ama kamyonları kaza yapmış bir şeyler olmuş filan falan, her ne olduysa da iflas etmiş ve o zamanlardan sonra da durmamış cuma günleri kurulan halk pazarında sergi açar olmuş kendine. Pazartesi günleri pazarın yukarısında, cuma günleri de aşağısında sergi açardı dedem. Camiye gittiği sıralarda da ananem beklerdi sergiyi ve beklemesi karşılığında da maaşını alırdı boş durmazdı oda ki biriktirdiği paralarla elektrik süpürgesi, Tv alabilsin. (Dedem karşı çıksada aldı da bütün istediklerini biriktirdiği paralarla. Önceleri tüplü televizyonu yeniledi diye çok kızmıştı sonra elinden kumandayı alamaz olduk.)
Bir kaç kez bende bekledim tabi ama 5 milyonluk çıbık (üzüm asması) çakısını 500 bin liraya sattığım için pek güvenmedi bana sonraları :)

Akşam olup pazar toplandığında el arabasıyla takır tukur evin altındaki kömürlüğe taşırdı eşyaları. Şehirden geçerken elinde yük arabasıyla herkes hayran kalırdı ondaki çalışma arzusuna. Aslında emekli maaşı her şekilde yeterdi dedeme ama o bir kral ve krallar hep çalışmak zorundadırlar.


Dedem sıcacıktır.
Geceleri tuvalete, namaza kalktığında üzerim açık mı mutlaka kontrol edilirdi. Açıksa üstüm yorgan kafama kadar örtülür sabah da ayrıca fırçası yenilirdi: -Mige nediyi örtmen üstünü! (ki kendisi de yıllardır kafasını örterek uyur hala ve nasıl beceriyor boğulmadan uyumayı anlamış değilim. :) )

...

Dedem kahramandır aynı zamanda.
Dünya kadar öğüt vermez. Az konuşur ve o dünyayı iki kelimesine sığdırır.
Söyledikleri bitince siz sadece şunu hissedersiniz:
- Sana güveniyorum, çünkü sen benim prensesimsin.



Dedem kim mi aslında?

O masalların gerçek olduğuna inanan, sonlarının hala mutlu bittiğini söyleyen, Seyde Sayıcı'ya deli gibi aşık, tek sadık dostu eşeği Bozli olan, dinine derinden bağlı, gözleriyle "seni seviyorum" diyebilen, hem Afacan hemde Beyaz Eşek'li bir Kral.

Ve o, benim biricik kahramanın, dedem.

Yorumlar