Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Öne Çıkan Yayın

Kendinize yardım edin.

Son yıllarda o kadar çok kötü olaya maruz kaldık ki farkında olmadan ruh sağlığımız bozulabiliyor. O nedenle ister farkında olalım ister farkında olmayalım travma sonrası stres bozukluğu etkilerine olayı yaşasak da yaşamasak da maruz kalabiliyoruz. Bunun en basit örneği yaşanan olaylardan sonra sık karşılaşılan uykusuzluk, gerginlik, aşırı sinirlenme, aşırı tepkiler verme ya da aşırı duygusal davranma... özetle ben böyle biri değilim diyerek yaptığınız her davranış yaşadığınız bastırılmış stresle ilgili. Tez konum kitapla terapi olduğu için bilişsel terapiye ister istemez kafa yormak zorunda kaldım o nedenle kendimde uyguladığım ve size de faydalı olacağını düşündüğüm bir kaç teknikten bahsetmek istiyorum. Çünkü zor zamanlardayız ve ruh sağlığımızı her şartta en az zararla korumak zorundayız. Özellikle sanat ile ilgili işlerle uğraşan herkesin "empati" algısı normal insanlara göre biraz daha yüksek olduğundan bu stres düzeyini maximum derecede yaşıyorlar. Müzisyen ve yazar a
En son yayınlar

18- Lolié: Karpuz Ağacı

Lolié'nin uzun süren sessizliğinden oldukça korkmuştu. Hayatı boyunca bildiğini sandığı şehrin, bilinen bir ormanında, bilinmeyen bir nehrinin kaynağında çırılçıplak yüzerken bulmuştu kendini... Güneş parlıyordu tepede, kuş sesleri şarkılar fısıldıyordu ve her yer taze yosun kokuyordu.  Yosun kokusundan nefret ederdi. Ortamlarda deniz sevdalısıyım diye geçinir ama denizin beslenme çantası onun içini ürpertirdi. Üstelik bilmediği sularda yüzmeyi de sevmez, böcekti, balıktı, kestiremediği ne varsa hepsinden çekinirdi. Canı kıymetliydi. Ayaklarına taşlar batarken eli yosun tutmuş bir kayaya çarpınca da birden paniklemişti. Aslında her şey peri masalı gibi derdi bu anı bir kitapta okuyor olsaydı şayet. Ama yaşarken kontrolü dışında gelişen şeyleri, gel gelelimki hiç sevmezdi. Geçmişi biraz olsun unutmak ve ne istediğini bilememenin acısıyla kendisini kendisinden daha kötü şartlarda olan insanların arasına atmak için uğradığı çingene karnavalında yolu, arzularının peşine düşmesiyle bura

Yeni kitaplık, eski sevgili

Uzun zamandır blogumda başka öykülerin içerisine sığdırmaya çalıştığım bir sürü anı ve hikayeyle çeşitli masallar anlatıyorum. Hem geçip giden kendime arada konuk olabilmek hem de canımın yanığına birazcık buz basmak için. İnsan çok zorda kaldığında o acısının anlaşılmadığını hissettiğinde bir yerlere iz bırakabilmiş olmakla da yetinebiliyor. Dünya derdin olsa metroda asla tanımadığın ve muhtemelen asla bir daha görmeyeceğin kadına en gizli sırlarını anlatıp halledersin kızım sen sözünü duyduğunda tüm acının yükünün omuzlarından gidivermesi gibi insan yazdığında en büyük acılarını ve çıkmazlarını da iz bıraktığı için işe yarar sayabiliyor. Fakat son günlerde ya mutlu aşkların yazılı tarihi yoksa sorusu kafama takıldığı için inanılmaz dip kuyularda olmadığım, "drama queen"liğe uzun süre ara verdiğim ömrümün en bastığı toprağı hisseden kısmında yeni kitaplığımın macerasını anlatmak istedim. Yarama buz basmak için değil, yaralarım olmadan da var olduğum günlerin temiz çamaşır ko

Sapere aude!

"Yüreklice düşün! Gir bu yola seve seve! İyi yaşamayı sonraya bırakan kimse, yolunda bir ırmakla karşılaşıp da, akıp geçmesini bekleyen köylüye benzer. Oysa ırmak hiç durmadan akıp gidecektir." Ne tuhaf. Tüm cenaze boyunca bunu söyleyerek dolandı etrafımızda mezar bekçisi, misafirini bir an önce ülkesine istiyordu belli ki. Oysa biz, hepimiz onu vermeye hiç de niyetli değildik. Belki de bu yüzden söylediklerini dinlemeye hiç de meyilli değildik. Ne tuhaf. Her şeyin kontrolümüz altında olduğunu sanarken, aslında tek nefes sonrasının bile bize ait olmayışı. Bunu bilirken dahi hala öyle değilmiş gibi yaşayabiliyor oluşumuz. Toplansak hepimiz mezar bekçisinin hakkından gelir, vermeyiz işte şu kutuya sığdırdığımız koskoca ömrü ama öyle bir akış var ki nereye diye soramayacak kadar sürükleyen bizi. Beş dakika önce sana olan sevgisini okuduğun gözbebekleri, beş dakika sonra boşluğa bakan cam boncuklara dönüşüveriyor. Soğuk, anlamsız, ruhunu yitirdi

Sana Myndos'tan yazıyorum. (Bir Zamanlar - 2017)

Unutulan düşünceler nereye gider ? Bu söz benim değil, Freud'un ve ne yazık ki bu soruyu bilimsel bir sonuç elde etmek için soramayacak kadar da kalbim kırık belli ki.  Hiç olmadık zamanda da birden takılıverdi aklıma.  Unutulan sevgi nereye gidiyor diye dolandım durdum tesadüfen gezdiğin sokaklara düşünce yolum. Öyle ki adımımı atar atmaz burası nasıl da tam Brütüs'ün krallığı gibi demekten alamadım kendimi.  Oysa hep söylerim değil mi? -ölüler hissetmemeliydi. Yan yollarımızda mutlu olmalıydık. Ama unutulan hisler ne zaman karşımıza dikiliverecek kestiremiyorsun işte. Böyle olmamalıydı evet. Bu kadar acıtmamalıydı. Ama kangren olan bölgeyi kesip atmadıkça acısı baki belli ki. Ya o seni öldürecek ya sen onu ellerinle parçalayıp atacaksın yeterince güçlü hissettiğinde. ... Işıklar, masalar, sandalyeler, sahil yolu, ağaçlar, denize yakın balkonu çiçekten evler, deniz  üstünde yürüyerek ulaşılan adalar, neler, neler...  İnsanın nasıl da sürekli Allahım nasıl

Yunan'da buluşalım mı ?

Gülerken deliler gibi koştular.  Bir yandan yağmur yağıyordu ama gözlerinden gülmekten gelen yaşlar da yağmur gibiydi ya işte. Beyaz sıva duvarlara çarpa çarpa üzerlerine kireç tozu bulaşa bulaşa koşturuyorlardı dedeye yakalanmamak için. En son mahalle muhtarını görünce Deli Yaşar'ın ahırına giriverdiler. Neyseki köylerde hala kapılar kilitlenmiyordu. Neyseki köylerde hala insanlar ahır ve ev kapılarının altına kediler istediklerinde girip çıksın diye kedi kapıları yapıyordu.  Oracıkta buldukları saman yığının üzerine yayılıverdiler. Sonra bir kez daha bu hallerine güldüler. Tam da köy ve saman fantezisi değil miydi işte bu. E kocaman insandı ya bunlar bir de okumuş etmişlerdi sözde yine düşmüşler miydi aynı mitin içine, içine. Sürüklenmişler miydi aşkın peşine, peşine.  Ama hala gülüyorlardı.  Çünkü biraz önce kızın azıcık yaşlılıktan hasta dedesi sırf sarışın diye oğlanı Yunan sanıp evi yakacak diye bastonla kovalamıştı. Kız bir yandan gülerken bir yandan e dede fena mı

Sonsuz Komedya

Yalnız gezgin ruhlar içindir.  Çadırın kapısında böyle yazıyor diye ne söylenmişti Homeros. Neymiş: bize gelen adam ne anlarmış bizim felsefemizden, işimiz gücümüz olduğundan fazlasını beklemekmiş insanlardan. Paramıza bakmalıymışız paramıza. Paranız yoksa yazdığınız kitabı bile basmazlar, siz hala aforizma kovalayıp durun diye başımızın etini yedi tüm yaz. Çadırların işletmecisine Homeros deme sebeplerimizin başında tabiki yer yer çadırın esas sahibinin ağzından konuşması geliyordu. Yani para kasasının insanlaşmış hali. Çünkü insani olarak bize katıldığı konularda dahi başka türlü kararlar alıp bizi bir diktaya mahkum edebiliyordu. Sonraları da öğrendik ki çadır sahibine de kendi çıkarı söz konusu olduğunda bizim hakkımızda uygun olmayan şeyler anlatıyormuş. Haliyle bizim kızlar çadırında Antik Yunan'a bayılan ama Truva Atı mitini Homeros'dan değil de Thukydides’den dinlemeyi seven Coco'nun çadır işletmecimize taktığı ad buydu. Ona söylenirken işi romantizme vur

Şeylerin Münferit Diktası

"Hangi anlam yeğlenen anlam olacak?" Jamaikalı ünlü sosyolog Stuart Hall'in kaygısı bu. Onun kaygısının ve tüm insan hakları savunucularının vardığı temel nokta ise " hakikat ". Çünkü hakikatın belirlenmesi talep ve uygulamalar için temel sağlayacaktır konu insan hakları ise. İnsan haklarını önemli ve birincil sıraya getirebilmek için de toplumsal rızanın hakikat ile tekrar yaratımı gerekli. Burada atlanmaması gerekli bir nokta daha ise doğruluk ile hakikat ayrımı. Suavi Aydın'a göre (2017) hakikatı, olan şey olarak alabilirken doğruluk hakikatin yansıtılma biçimini ifade eder daha çok. Yani ortada olanı bilmekle onu aktarmak aynı şey olmadığı zaman kendi diktanı kurmaya tam oradan başlıyorsun demek de aynı zamanda tüm bunlar.  Her ne kadar ona Fuko deyince içimi acıtsada çok sevgili Foucault'nun Parrhesia 'sından bahsetmezsek de ayıp ederiz. Bu kavramın ilk kullanımı Antik Yunan'a dayansa da ve anlamı hakikatı söylemek olsa da Fukoc