Ana içeriğe atla

Sana Myndos'tan yazıyorum. (Bir Zamanlar - 2017)

Unutulan düşünceler nereye gider ?

Bu söz benim değil, Freud'un ve ne yazık ki bu soruyu bilimsel bir sonuç elde etmek için soramayacak kadar da kalbim kırık belli ki. 
Hiç olmadık zamanda da birden takılıverdi aklıma. 
Unutulan sevgi nereye gidiyor diye dolandım durdum tesadüfen gezdiğin sokaklara düşünce yolum.
Öyle ki adımımı atar atmaz burası nasıl da tam Brütüs'ün krallığı gibi demekten alamadım kendimi. 
Oysa hep söylerim değil mi? -ölüler hissetmemeliydi. Yan yollarımızda mutlu olmalıydık.
Ama unutulan hisler ne zaman karşımıza dikiliverecek kestiremiyorsun işte. Böyle olmamalıydı evet. Bu kadar acıtmamalıydı. Ama kangren olan bölgeyi kesip atmadıkça acısı baki belli ki. Ya o seni öldürecek ya sen onu ellerinle parçalayıp atacaksın yeterince güçlü hissettiğinde.
...
Işıklar, masalar, sandalyeler, sahil yolu, ağaçlar, denize yakın balkonu çiçekten evler, deniz 
üstünde yürüyerek ulaşılan adalar, neler, neler... 
İnsanın nasıl da sürekli Allahım nasıl güzel yer burası diye bağırası gelmiyor mu ?
Yolda karşılaştığın herkese aynı soruyu sorup seni deli sansalar umrunda olmayacak gibi gelmiyor mu?
En güzeli ise burası ne güzel yer diye birinin boynuna atlasan yürürken o da sana sarılacak gibi değil mi bide? Baksana anlatmaya çalışırken bile delirmiyor mu insan. Belki de yalnızca delilerin hakettiği bir yerse böylesi hem. Ah! Nasıl mis, nasıl bilinmedik yerler var yaşıyorum diyebilmen için değil mi ? 
Ne çok kızmıştım Hemingway yerimi ilk almaya başladığı zamanlar. Ne gerek vardı böylesine diye.
Huysuz adamın teki bide. Ama burada herkesten her şeyden uzak nefes alırken işte gerçekten yaşadım demen için bir dakika bile yeterken beni unutsan bile hiç kızmazdım sana.
Ama öyle olmadı, unutmana, uzakta tutmana, canın istemediğinde yokmuş, hiç olmamış gibi yapmana, ne zaman aklına gelsem seni düşündüğümden eminken ya da ne zaman aklıma gelsen bunu bildiğinden emin olduğunu bilirken dahi sanki bunun tek anlamı kelimelermiş gibi yapmana bile kızmadım. Sadece bunca güzelliğin içiyken tek aklıma gelen bir kez ama bir kez o koca kalesi yıkılıp da kalbinin yüzünü görmek istemesen bile sesini duymak istemedin mi hiç Sezar'ın? Yanlış anlama burayı muhtemelen seni hatırlattığı için sevmedim, zaten burayı sevebilecek bir kalbe sahip olduğumdan seni hatırladım ama öyle acıttı ki içimi en gereksiz zamanda. 
Böyle olmaması gerekti diye günlerdir tekrarlıyorum kendime ama tam da böyle oldu işte. 
Asla kabul etmediğin ama hep böyle yaptığın gibi.
Zafer sayarsın nasılsa diye hiç sıkılmadan yazayım dedim. 
En sevdiğin şey gözyaşı ve can acıtmaktır nasılsa; uzun yıllar sonra bunu kabullenmenin gururuyla yazmak istedim. Deliler gibi ağladım bil senin için. Deliler gibi ağladım bil bizim için. Bu dünyanın en saçma şeyi üstelik ama sen seversin. Gözyaşlarımdan kendine gurur tacı tak diye yazıyorum mutlu ol.
Mis deniz kokusu içinde, cennet bahçeleri de kokan, yolları yıldızlardan ışıklı, beyaz bulutlardan sandalyelerle bezeli, altından değil de ışıklı kabaklardan varaklı, rakılı, balıklı, sıcacık sarılıveren hatta ben burayı hakedecek ne sevap işlemiş olabilirim diye düşünürken oranın kralları sayılan köpekler tarafından bölgelerini bir nevi istila etmişken üstelik Sezar bile olsan gezdirilmeyi haketmişken, denizin üzerinden iki dakika önce tanıştığın kara gözlü, kocaman bir köpek tarafından gecenin bir yarısı bilmediğin bir adaya doğru götürülürken hem de karanlıktan korkarken simsiyah sularda ordan oraya koşmaktan korkmadığın bir dünya... 
Ne aklım ne kalbim asla almadı.
Bu gökyüzü altında -bir zamanlar- deliler gibi sevildiğini sandığın Brütüs tarafından bir gün ya da bir an olsun insan sayılmamayı anlamadım. Sudan çıkıp üstümü ıslattıktan sonra dibime sokulan köpeğe senin kadar bile sevmedi beni diye fısıldarken düşünmeden edemedim bu saf kötülük değil mi ? Cennet bahçesi içinde Adem ile Havva'yı zehirleyen yılan bile en azından onların karşılarına çıkacak onlara seçme şansı verecek kadar onurlu iken bir kerecik öldürülmeyi seçme şansı tanınmadan öldürülmek saf kötülük değil mi ? Bir insanın kalbi nasıl kara olur bu kadar belki de hislerden bu kadar bahsedebildiğinden hissedememendendir tüm bunlar. Bilmediğin şeyi anlamaya çalışırken yazmaya çalışmandan bize bildiklerimizi anlattığından seni seviyoruzdur da senin esas dileğin bir kere olsun bunları gerçekten anlamak değil de hissetmektir belki. Bilmiyorum anlıyor musun? Anlayamıyorum da! Suçlamak istemiyorum aslında anlıyor musun, içim deliler gibi acıyor. Gözlerimden deliler gibi yaşlar akıyor ve dünyanın en saçma şeyini yapıyorum yine. Üstelik bu bir öykü değil, bu bir deneme de değil. Bunlar gözyaşlarını yalnız taşıyamayan Brütüs'ün kendisine yaktığı ağıdı hatta belki ağıt olamayacak kadar bile saçmalar bilmiyorum.... Sen hiç acıyı anlatamamak nedir bilir misin ? Acıyı anlatmak değil de paylaşmak isterken acının içinde ölüme terk edilmek ne demek bilir misin ? Muhtemelen bilirsin. En iyi sen bilirsin. -Öl Sezar umrumda değilsin! 

Şuracıkta bir yerde karşılaşsak aklıma bunca yılın bir damla sitemi gelmezdi biliyor musun? Üstelik karşılaşmalıydık da. Ben değil, sen değil, dünya böyle istemeliydi. Biz bunu haketmiştik çoktan. Bunu düşünürken bile tüm bu hesapları yapıp dünya istese bile senin buna asla izin vermeyeceğin geldi aklıma. Birbirini bu kadar iyi tanıyıp birbirine bu kadar uzak olan dünya üzerinde başka kim vardır bilmiyorum. Bu girdabın içinde ömrümü ve gerçekten seven bir yanımı öldürdüğün için seni asla affetmiyorum bile diyemiyorum. Nazım geliyor aklıma - senle biz düşman bile değiliz. 
Kimiz biz diye sorsam söyleyecek bir sürü şeyin dizili. Ama ben düşman bile değiliz diyemeyecek kadar suyun dibindeyim. Büyük büyük bakan balıklar ise deniz kızı gördükleri için değil, bunca yalana nasıl bu kadar içten inanıp bu denli kendimi öldürebildiğime bakıyorlar. 
...
Ama aynı denize ayaklarımız değmiyor, aynı gökyüzü altında bile değiliz. 
Üstelik koskoca denizi kalbine sığdırdığını söylerken bir dakikana bile sığdıramadığın çiçeğini, beyaz buluttan bir masada, beyaz peynirle yeşil erik yerken kendimize asla sıra gelmeden dünyayı hatta babalarımızı bile överken hayal edemezken sen; konuşacak, söyleyecek bunca şeyinin olması ne korkunç. Ben bugün ölsem, sen bugün ölsen sanki ölümden bile büyükmüşsün gibi umrunda olmayan ve en yüce şeyleri kelimelerine sığdırıp öldürdüğün hayatının bir parçası olmaktan öldürdüğün halim. 
Nasıl, nasıl, nasıl.
Bunları nasıl yaparsın.
Peki ya ben. 
Bunların hepsini bilirken hala nasıl bu kadar aptalım ve nasıl bu kadar canım yanıyor.
Ölüyorum desem Roma için kutlu gün diyeceğini bilirken her seferinde ölüyorum görmüyor musun demekten utanmıyorum. Neden. 
Mutlu ol. 
Sezar olarak tarihe geçen ben katilim olsan dahi her seferinde hala adının geçtiği sokaklarda ölüyorum. Acıya doymayan kalbine şifa olsun gözyaşlarım. 
Sana musmutlu hayaller yazmak isterken, Myndos'tan gözyaşlarımdan gemiler gönderiyorum. 
Sen seversin. 
Al kalbine değdirmeden yine kelimelerinde sakla.
Gözyaşlarım benim, kalbin senin olsun. 

Ama unutma; bundan sonra ayağına değen her dalga kalbine giremese dahi gözyaşlarımı taşıyor sana. 




Yorumlar