Ana içeriğe atla

Yeni kitaplık, eski sevgili

Uzun zamandır blogumda başka öykülerin içerisine sığdırmaya çalıştığım bir sürü anı ve hikayeyle çeşitli masallar anlatıyorum. Hem geçip giden kendime arada konuk olabilmek hem de canımın yanığına birazcık buz basmak için. İnsan çok zorda kaldığında o acısının anlaşılmadığını hissettiğinde bir yerlere iz bırakabilmiş olmakla da yetinebiliyor. Dünya derdin olsa metroda asla tanımadığın ve muhtemelen asla bir daha görmeyeceğin kadına en gizli sırlarını anlatıp halledersin kızım sen sözünü duyduğunda tüm acının yükünün omuzlarından gidivermesi gibi insan yazdığında en büyük acılarını ve çıkmazlarını da iz bıraktığı için işe yarar sayabiliyor. Fakat son günlerde ya mutlu aşkların yazılı tarihi yoksa sorusu kafama takıldığı için inanılmaz dip kuyularda olmadığım, "drama queen"liğe uzun süre ara verdiğim ömrümün en bastığı toprağı hisseden kısmında yeni kitaplığımın macerasını anlatmak istedim. Yarama buz basmak için değil, yaralarım olmadan da var olduğum günlerin temiz çamaşır kokusu huzurunu hatırlamak için..

...

Ankara'da ve dünyada işler epey karışmışken benim de yeterince karışık ama en azından artık şaşırtmayan; umutlu günleri çok darlamayan ama umudun varlığına da hep inanan bir garip halimle yeni çalışma masamın hikayesini anlatmak isterim. Sonuçta bir çalışma masası hele de kitaplıklıysa sizin en karanlık sırlarınızı bilme olasılığı en yüksek objesi dünyanın. 
...

Minik ve sığmakta zorlandığım evime ciddi okumalarım için bir çalışma masası almamın zamanı çoktan gelip geçiyor derken aylarca süren kararsızlık sonucu sonunda evin yemek masasına komşu olacak bir köşesine kitaplıklı bir çalışma masası bulabildim. Üstelik fiyatı da öyle uygundu ki tüm riskleri alıp sipariş verdim. Haberler, dünyada olanlar, yanıbaşımda olanlar hepsi üstüme gelirken bir yandan da insanın kusurluluğunu kabul edip artık hiçbir şeye şaşırmayan yanımla eğer beğenmezsem geri gönderme riskini alacağımı bilmek beni inanılmaz mutlu etti. Çünkü ben ve şahsım genelde işler karıştığında onları çözerken panikten paniğe koşarken işleri daha karmaşık hale getirebiliyoruz sık sık. Evet bu bir eşyayı kargoyla geri göndermek olsa bile. Demiştim size insan kusurlu yaratık, derdim saçmalıklarım olduğunu gizlemekte değil, olan ve değiştiremediğim garipliklerimin üzerinde ince ince çalışmak. Üstelik bu resmen bir meslek gibi. Sürekli sizi zorlayan, üzerinde çalışmanız gereken, kimi zaman ciddi krizlere yol açan bir hal alabiliyor. Mesela geçen kargoya iade için gittiğimde korona yüzünden olan yoğunluktan yarın gel demişlerdi haliyle ben ve şahsım astımım yüzünden zor nefes aldığımız maskeyle elimizde koca kutular tekrar metroyla eve dönüp sonraki gün sabah erken uyanıp aynı yola tekrar koyulmuştuk. Bu anıların ne önemi var derken de unutmamak lazım. Bir gün tüm insan ırkı ölüp uzaylılar buraya yerleşmek için geldiklerinde bu yazıların içerisinden gündelik hayatımız hakkında fikir sahibi olabilirler. Tıpkı Altınoluk'ta Antik bir villada bulunan gladyatörlerin banyo ve yeme alışkanlıklarının önem taşıması gibi uzaylıların bilgisayarlarımızdan çeşitli yöntemlerle keşfedecekleri bu bilgiler de kıymetli olacaktır. 

Her neyse...

 Kitaplıklı çalışma masam günler sonra geldi. İlk iki gün canım istemedi derleyip toplamak çünkü her gün öldürülen kadın, çocuk ve hayvan haberi almaktan ve faillerin cezasızlığı ile baş etmekten kendimi derleyip toparlamam daha önceliğimdi. Masanın yorumlarında matkap olmadan montajı zor demişlerdi. Sonra birden aklıma geldi, eski sevgilimin bana hediye ettiği bir alet çantası ve ona ait bir elektrikli matkabım vardı. Buna oldukça keyiflendim çünkü bu hediyeyi ilk evime yerleşirken verdiğinde bizim kızlar whatsapp gruplarında oldukça dalga geçmişlerdi. Cinsel espirilerden, marangoz olmaya uzanan karı koca hikayeleri uydurmalarına kadar alet çantası ve matkap geyikleri ile günlerce boğuşmuştum. Ne yalan söyleyeyim çok da eğlenceli gelmişti. Bir de cinsiyetçi olarak algılanıp başıma bir iş gelmeyecekse şayet; bu tamirat işlerinden filan anlayan erkekleri hep seksi bulurum. Darwin'e kızın bana değil. 

Her neyse...
Sonra biten kısa süreli ilişkimiz aklıma geldi. Birbirimize kazandırdıklarımız. Olduklarımız, olduramadıklarımız... Bu topraklarda kadınlığını kırıp dökmeden seni seven erkek bulmak oldukça zor aslında. Eğitim, para, aile hiçbiri bunlara engel değil. Çünkü bu topraklar kadınların ötekiliği üzerinde yükselen testosteron kokulu ideolojilerle varlığını korumaya içkin. Haliyle erkeğin sırtını sadece bir kadını kafeslediğinde sıvazlayan bu iklimde iktidar sarhoşluğunu yaşamayan biriyle ilişki kurmak oldukça zor. E tüm ömrünü bu iktidarın altında kalarak geçirip dünyayı dönüştüremiyorsam etrafımı dönüştüreyim dediğinde ise açık hedef haline gelip daha çok hırpalanabiliyorsun. Benim şansım! tabiki erilliğe her daim hizmet eden bir seks objesi olma potansiyeli taşımam. Çünkü eril bir erkeğin seksi giyinen ya da güzel bulduğu bir kadının görüşlerine ilgisi asla bitmez. Bir tür sınıflama. Bir keresinde kalabalık bir grubun içerisinde kadın hakları tartışılırken biri bana dönüp senin feminizme niye ihtiyacın olsun ki zaten güzel ve akıllısın, bir erkek sana niye kötü davransın ki diye sormuştu. Bu çok ağır asla mantığı olmayan hatta burada uzun uzun aslında öyle değil diye açıklamaya bile değmeyecek bir cümle ama meslek hayatım boyunca ne zaman kadın hakları diye atılsam duyduğum sözler buna yakın oldu. Bir kadını seksi bulduğu için sevilmeye layık görmek - o da nasıl bir sevme tabi tahmin edebilirsiniz zaten- tüm ömrümüzün özetiydi adeta. Her neyse... Tüm bu laçkalık ve karmaşa içerisinde zamanında bu kız sahnede açık giyiniyor diye grubumu işten çıkaran mekanın ve kadınları günlük bir eşyadan farksız gören eski aşklarımın kadın hakları mücadelecisi olduğu bir garip korona zamanlarında alet çantam ve matkabım için eski erkek arkadaşıma teşekkür etmek istedim. Çünkü başıma böyle şeyler nadir geliyor ne yalan söyleyeyim. Bir ilişki içerisinde kendimi tamamıyle saygı duyulan, birinin malına dönüştürülmediğim ve kendim dışında kimseyi temsil etmediğim biri olarak görünür kılma hikayem bir elin parmağını geçmeyecek seviyede. Hal böyleyken eski feminist sevgilime teşekkür mesajı atma isteğimi garipsemedim. Sonra aklıma yasa dışı işlere bulaşmışlığı ve benim bunu asla bilmediğimi sanan halleri geldi :) Genelleştirmek istemem ama erkekleri bu konuda eğlenceli bulabiliyorum bazen. Yalan sadece erkeğe özgü değil elbet ama erilliğin içerisinde onlara tanınan bir ayrıcalık oalrak bir kadına yalan söyleme davranışı onlar için genellikle zaten sürekli olması ve tekrarlanması gereken bir davranış biçimi. Bir de bir şeyleri saklarken karşıdaki kadının onu anlamasının mümkün olmamasına ikna edilmeleri var, fena. İnanılmaz bir gizlilik içinde yürütülen aldatma olayları dahil her şey ortalama bir kadının kısa süre içerisinde anlayıp çözebileceği şeyler olabiliyor. Onların yalanlarını dünyanın en gizli sırrı gibi sakladığını sanan bu şapşal halleri galiba otuzlara geldiğim için artık bana oldukça eğlenceli geliyor. Bir keresinde aynı anda beş kadınla flört ettiğini tesadüfen öğrendiğim adamın aşkımdan ölüp bitme tiratlarını dinlemiştim gülmemeye çalışarak. Şaka da değil baya derin acılarla aşkını anlatmıştı bana aynı gün içinde bilmem kaçıncı kız arkadaşıyla buluşacağını bilirken. Şaka da değil baya derin acılarla onu asla anlamadığımı hayatında kimse olmadığını ve galiba biraz deli olduğuma falan değinmişti. Haksız da sayılmaz. Kral çıplak dediğin an deli sayılman dünya tarihinin başlangıcından beri eskimeyen bir gelenek. Burada tabi ben her şeyi bilirim kadınlar asla yalan söylemez imajı filan çizmek değil amacım. Sadece kazanma/kaybetme korkusu ile söylenen yalanların insanların kendine saygısı olmamasına bağlıyor ve üzülüyorum. Çünkü yalanları ile hayal kırıklığına uğradığım insanların birçoğuna kendilerine duyduklarından daha fazla saygı duyuyorum galiba. Kendilerini yalanların arkasına saklama çabalarına asla anlam veremiyorum bu yüzden... İnsanın kendini olduğu gibi kabul edememesi ile de ilgili bu belki. Haklı yanları da var üstelik. Kendini sürekli tanıma, anlama ve kabullenme çabası. Oldukça yorucu. Ama içimizdeki şeytanları her gün dirilterek yaşamak oldukça zorlu olsa bile onları görmezden gelmek için yalanların arkasına saklanmak da asla aradığını bulamamakla eş değer değil mi? Bu riski almamak kendi Matrix'imizde Morpheus olmadan yaşamak değil mi? E o zaman Neo nasıl kurşunlara dur diyecek sorarım size? 

Neyse...
Bu yüzden bu yalan meseleleri her zaman hep didiklediğim yerler oluyor niyeyse. Kendimi yalan söylerken yakaladığımda bile korkularımın bana dayattığı dehşete gönüllü ortak olmamdan rahatsız oluyorum. Kendi kendimi de dert ediyorum sık sık. Yine de tüm bu yalansızlık beklentimi kimseye dayatmamakla birlikte yola devam edip içindeki şeytanlarla içimdeki şeytanları tanıştırabileceğim iklimler arıyorum. Arayışım içerisinde ise bu hikayelerin hepsini biriktirmek de oldukça zevkli geliyor. Bazen bunları anlattığımda kişisel düşmanlığım ve kapanmayan yaram olduğu için hatırladığımı düşünenler olmakla birlikte ben sadece insan hallerinin haritalarının kaydedilmesi gereken ve atlanmaması gereken yollar olduğunu düşünüyorum. Anlattığım hiçbir eski aşk hikayesinde kişiler olmadı derdim, onları besleyen ve her şeyi kendilerine hak gören hallerini dert ettim kendime hep. Bu yüzden hikayelerini hiç unutmadım. Çünkü aynı haksızlıklara iş hayatlarında uğradıklarında örneğin söz verip tutmayan bir iş arkadaşları olduğunda kıyametleri koparıp dünyanın en ahlaklı ve etik insanı olabiliyorlar. Ama bir kadına tavırlarındaki üç kağıt ile iş arkadaşlarının onlara yaptığı üç kağıt arasında fark görmeyen halleri beni güldürürken korkutadabiliyor. Tiranlıklar böyle böyle kuruluyor. 

Her neyse... 
Ne diyorduk benim alet çantasına tüm anılarımızı sığdırdığım eski sevgilim, mesajlarımda ettiğim teşekkür ve minik şakalar üzerine el işlerinde ne kadar sakar olduğumu unutmamış olacak ki gelip yardımda bulunmayı istedi. Biraz çekinmedim değil tabi acaba yanlış mı anladı diye. İnsan ne yaşarsa yaşasın her bir parçasını geçtiği yollarda, durduğu duraklarda bırakıyor. Aynı şekilde kendisi de onda kalan ya da duranların ağırlıklarını bir şekilde muhafaza ediyor. Adı artık aşk olmasa bile bu bağların derinden kopabilen şeyler olduğuna en azından kendi hayatımda pek inancım yok. Tek fark bunu zararlı olarak görmüyorum, öyle değilmiş gibi öğretilip yanlışlığını keşfedince ruhumuzu dönüştüren bir rüzgar olarak görüyorum daha çok.

...

Düşman ayrılmadık, ara ara da konuşuruz denk gelince haliyle bana gelmesi benim ya da onun için çok büyük olay olmamakla birlikte benim ciddi bir sakar olduğumu bildiğinden endişeli haliyle tamir için yardım etmekte diretmesi beni hem keyiflendirdi hem de içime bir korku düşürdü. Son zamanlarda hayat dertlerimden aşka vakit bulamadığım için flörtlerimi elediğimizde ciddi bir ilişkim yoktu ve çoğunlukla her işimi kendim yapmaya alışıktım. Aslında onunla tanışıncaya kadar ilişkilerde bile kendi işimi kendim yapmaya alıştıktım. Olaylara eşitlik içinde bakmanın her işi kendim yapmak demek olmadığını ne yalan söyleyeyim ondan öğrendim. Yalnız bir kadının yetiştirdiği genç bir kadın olmak her işinizi kendiniz yapmanız dayatmasıyla büyümenize sebep olan bir şey olabiliyor bazen evet. Şikayetçi olmamakla ve bunun gerçekte olması gereken olduğunu düşünmekle birlikte iki kişilik komünümüzde işleri oldukça eşitlikçi ve ortak götürmemiz hoşuma gidiyordu. Her konuda -yatakta, koltukta, mutfakta- açık olmak, birbirimizin arkasını kollamamız, birbirimize alan tanımamız, korkularımızla yüzleşip değişip dönüşme arzumuz bunların hepsi ikimiz içinde inanılmaz bir kazanımdı. Şimdi düşünüyorum da büyürken kimsenin bize son durak olmayacağı söylenmeden büyümemiz büyük haksızlıktı. Kaderimize kilit vuran çeyiz sandıkları yerine kendimizi her türlü şarta değişip dönüştürmeye uyarlayan öğütlere ve şarkılara ihtiyacımız vardı. Bunu ilişkimiz bittikten sonra değil içerisinde de bilerek yaşayabiliyor olmayı çok isterdim. Çok şey farklı olabilirdi o zaman. Buradan unutulamamış bir aşk hikayesi çıkmasını istemem ama doyasıya yaşanamamış bir sevgi hikayesi çıkması daha makbule geçer. Sonuç olarak bu hikayeyi anlatırken değişip, dönüşüp, çok şey öğrendiğim ama yoluma ayrı devam etmem gereken yeri bilecek kadar da birbirimizi demokratik sevebildiğimiz, son durak değil ama öylesine uğramış bir cadde gibi de olmayan bir geçmiş anıları tazeleme gününde benim sakarlığım, elektirikli matkabım ve eski sevgilim üçgeni ile işte karşınızdayım niyeyse. Ayrılma sebeplerimizin içerisinde onun kendi hayatı dışında herkese, her şeye yardıma koşması ama kendi hayatını en hızlı şekilde sürekli olarak batırması vardı ve hiç de bunu haketmeyen bir kalbe sahipti. Sonradan o inanılmaz aşkımızda bitti, sevgimiz de bitmişti tabi ama esas ayrılık sebeplerimizin içerisinde onun kendi hayatını ciddiye almayan ve bu karmaşa içerisinde bazen bol bol yalanlarla da kaybolup giden hali vardı. Tabiki bir sürü dinamikte vardı ama kadın haklarından bahsederken sorunlu bir aile içerisinde yitip gitmiş, erimiş erkekliği ile kendini sadece bir yardım makinesine dönüştürmüş hali beni içten içe hep üzüyordu. Kimi zaman kendimi de görüyordum onda belki de o yüzden daha sert çıktığım zamanlar olabilir bu ilişkiye dair. Sadece kırılgan erkekliği bir yana koyup gerçekten kırılmış erkeği de unutmamak gerek diye düşünürken onun bana yardıma koşması bile içten içe üzmüştü beni. Ayrılmak istediğimde kendisini hatalı bulup çok üzülmüştü. Aslında onun hatalı olduğunu da düşünmüyordum ne yalan söyleyeyim. Sadece birbirine anca bu kadar eşlik edebilen iki gemi gibiydik. Herkes kendi koyuna gitmeliydi ama biz fırtınada yan yana sallanmaya direniyorduk, anlamsızdı haliyle. Fırtınada boğulmadan bitirdik, şimdi herkes kendi koylarında mutluyken madem ona bir faydam olmalı diye düşünürken hızlı bir kararla yardıma gelebileceğini söyledim. 
Akşamüstü çok sevdiğim çokomel kutusuyla geldi ve tüm çalışma masasını bitmiş halde görünce şaşırdı. Önce anlamadı tabi tuzak filan sanmadığını umarken ben çok sevdiği filtre kahveyi ve atıştırmalıkları hazırladığım masada ağırladım onu. Bu ev benim ömrümce ilk kez huzuru bulabildiğim ve nefes alabildiğim tek alanım. İlk evim ve burayı kurarken yanımda olan bu adama insanların ona sadece ihtiyacı olduğu için değil, ona değer verdikleri için de zaman ayırabileceğini hatırlatmak istedim. Almak için her zaman vermesine gerek olmadığını unutmaması için. Sadece birinin iyiliğini düşünmüş bile olmasını değerli bulan insanlar olduğunu sevilmek için asla bitmeyecek kriterleri olan aile çukuruna artık kendinden bir şeyler atarak paramparça olmasının gerekmediğini hatırlatmak istedim. 
Evin yeni halini çok beğendi. Bir zamanlar birbirine deliler gibi aşık olup ama bu masada yeniden tanışan insanlar olarak bugünü de oldukça değerli buldu. Kahveler bitti, güneş battı.
...

O biraz önce ayrılmışken ben evimin rüzgar alan on dördüncü kattaki tek penceresinden dışarı uzattığım ayaklarımla, çirkin binaların güneşin batışının ihtişamı karşısında boyun eğişini izlerken bu yazıyı yazıyorum. Bir yandan Taylor Swift'in yeni albümü çalarken bir yandan da caddeden geçen sıralı cenaze arabalarının taşıdığı ruhları aramızdan alanın korona olup olmadığına dertleniyorum. Sonra kahvenin mi yoksa elektrikli matkabın mı kırk yıl hatrı olup olmadığı kafama takılıyor ve bu hikayenin içerisinde bazı şeylerin doğru bazı şeylerin ise doğru olmadığını da ekleme sorumluluğu hissediyorum. Yalanları kovalama içgüdüsüyle büyütülen amazonları olarak bu toprakların yalanların bazen iyi şeyler için de kullanılabileceği bilgisini bu yazıyı okuyan herkese hatırlatmak istiyorum. Ama iyi şeyler yapma amacının da istemeden tiranlıklar doğurabileceğini de unutmamamız gerektiğini vurguluyorum. 
...

Aslında bu yazıyı hiç bitiresim de yok ama öyle güzelki rüzgar içimden hemen "benim yalnız sana itimadım var" diye bağırmak geçiveriyor ve dertlerin kalkınca şaha bir selam yolla Sabahattin Ali'ye diyerek bir selam yolluyorum. Hayatımda ilk kez ayaklarımın bu kadar yere bastığını hissederken hem unutulmuş ama çöpe gitmemiş bir aşkın kirlenmemiş hatırasıyla mutlu hem de yeni çalışma masamı hiçbir sakarlık yapmadan tek başıma kurabilmenin gururuyla bu geceyi sarhoş bitirmeyeceğimi biliyorum.

Ve evet.
Anlayabilmek.
Sadece bunu istiyorum. 

Ankara 
2020



















Yorumlar