Ana içeriğe atla

18- Lolié: Karpuz Ağacı

Lolié'nin uzun süren sessizliğinden oldukça korkmuştu. Hayatı boyunca bildiğini sandığı şehrin, bilinen bir ormanında, bilinmeyen bir nehrinin kaynağında çırılçıplak yüzerken bulmuştu kendini... Güneş parlıyordu tepede, kuş sesleri şarkılar fısıldıyordu ve her yer taze yosun kokuyordu. 

Yosun kokusundan nefret ederdi. Ortamlarda deniz sevdalısıyım diye geçinir ama denizin beslenme çantası onun içini ürpertirdi. Üstelik bilmediği sularda yüzmeyi de sevmez, böcekti, balıktı, kestiremediği ne varsa hepsinden çekinirdi. Canı kıymetliydi. Ayaklarına taşlar batarken eli yosun tutmuş bir kayaya çarpınca da birden paniklemişti. Aslında her şey peri masalı gibi derdi bu anı bir kitapta okuyor olsaydı şayet. Ama yaşarken kontrolü dışında gelişen şeyleri, gel gelelimki hiç sevmezdi. Geçmişi biraz olsun unutmak ve ne istediğini bilememenin acısıyla kendisini kendisinden daha kötü şartlarda olan insanların arasına atmak için uğradığı çingene karnavalında yolu, arzularının peşine düşmesiyle buralara çıkıvermişti. 

Lolié'nin büyücü olma fikri geçti birden aklından ve hemencecik bu fikrini kendine kızarak öteleyiverdi. Ne de olsa dünyadaki her duyguyu yönetebilen bir adamın karnaval çadırındaki zavallı bir çingeneden daha güçsüz olması mümkün değildi. İpler her zaman onun elindeydi. En teslim olduğunu sandığın anda bile esasında o yalnızca kendi işine yarayan kadarını gösterirdi. Aşkları, savaşları, yakarışları hepsi ama hepsi işine yarıyorsa görünür olabilirdi... Al işte! Kafasına ceviz düşmüştü şimdi de. Kaynak suyunun bu kadar sıcak olması hali onu mutlu etse de gittikçe kontrolü kaybetme fikriyle sinirlenmeye başladığını hissediyordu...

Lolié, cevizin kafasına düşmesiyle dehşete düşen yeni kurbanına bakarken gülme krizine girmişti. Onun sinirlendiğinin farkındaydı ama kendisini de tutamıyordu. Yanakları da kızarmıştı biraz. Ve bu kötüye işaretti ama meslek kazası diye düşündü. Nasıl olsa hava çok güzeldi. Kaynak suyunun sıcak suyla karıştığı nehirde su tam istediği derecede ılıktı, güneş onu selamlayan ağaçlar sebebiyle yüzünü yakmıyor aksine ara ara öpücük konduruyordu dün geceden dolayı hafifi şiş kalmış yüzüne. Bazen böyle olurdu. Ağlama krizleri onun hayatının düzenli bir parçası haline gelmişti. Şu an hayatındaki en büyük sorunun bilmediği bir kadınla geldiği nehirde kafasına ceviz düşmesi olan adamın ise gözlerinin altındaki çizgileri fark etmemesini umdu. Sonra ona nazikçe ve hafif de muzurca ilk cümlesini kurdu: 

-Dua et! Karpuz da düşebilirdi kafana! Ya tependeki karpuz ağacı olsaydı! 

Adam suyun içerisinde ona doğru yürürken beyaz elbisesi tenine yapışan ve dağ böğürtleni yiyerek kendisine gelen bu güzel kadını görünce tüm sinirini unuttu birden ve o da gülmeye başladı. Yüzü kızarmıştı. Ve bu kötüye işaretti ama meslek kazası diye düşündü. Nasıl olsa bugün birazcık planlarının dışına çıksa bile gün sonunda güzel bir kadınla birlikte olup hayatına devam edecekti. Lolié'nin buz gibi elleri yüzüne değdi. Sakince ona sarıldı. Suda salınırken öpmeden önce birbirleriyle bakışarak tanışmaları gerektiğini ikisi de biliyordu. İkisinin de huyu olmamasına rağmen bu süreyi birazcık da uzun tuttular. Lolié sessizce onu koklamaya başladı. "İnsanlar, sevişince değil koklaşınca tanışırlardı" ama bunu hayatı boyunca tek derdi kazanmak ve sayı almak olan birine anlatmasının pek mümkün olmadığını biliyordu. O yüzden hisli bir öpücük bıraktıktan sonra birden kendisini geri çekti. Kahkahalarla suya atladı. Nehir kenarına çıktıktan sonra kendisine doğru gelen adamın üzerine kıyafetlerini fırlattı. Adam başına ne geldiğini anlayamaz bir halde utancından sudan çıkamadan geçirmek zorunda kaldı ıslak pantolonunu üzerine. Sonra dağ böğürtleni yemeye devam eden Lolié'nin dizlerine uzandı. Güneş yüzüne vuruyor, elbisesinin altından göğüslerinin uçları görünüyor, bembeyaz elleri ise yaşına rağmen hala siyahlığını koruyan adamın saçlarında geziyordu. 

-Keşke burada kalabilseydin dedi usulca ama bu mümkün değil.

Hayatı boyunca aşkları dahil her şeyi satın alabilen adam irkilmişti. Bağlanma sorunları romantik şu anın büyüsünü bozmaya bile üşenmemişti. Ama çaktırmaması lazımdı. Günün sonunda dilediğini alabilmesi ve sonrasında kendisine benzeyen arkadaşlarının arasına onlara anlatacağı otantik hikayelerle hızlıca dönmesi gerektiğini biliyordu. Lolié gülmeye başladı yine...

-Korkma. Sandığın gibi bir şey değildi istediğim. Biliyor musun? Biz cadılar - ki bunu yaparken bir eliyle uzun burunlu işareti yaparak gülümsedi- her şeyi fazlaca hissediyoruz. Fazlaca anlıyor muyuz emin değilim ama hissediyoruz. Her şeyi. Korkuyu, sevgiyi, şehveti, en gizli duyguları ve hisleri... Belki de bu kadarını bilmememiz gerekiyordur bilmiyorum. Bizim de lanetimiz bu. Çocukluktan küçük bir hatıra...

Adam hemen böbürlenerek çapkın bakışlarıyla girdi konuya:

-Ben de öyleyim. Emptatik birisiyim yani. 

Lolié yine bastı kahkahayı. Adam şaşırdı. 

-Bilmiyorum belki de öylesindir ama aramızda bir fark var. Sen duyguları kendine nasıl yarar diye deşeliyorsun. Ama bizim lanetimiz anladığımız duyguları insanlara göstermek. İnsanlar en çok kendi duygularını göremez biliyor musun? O yüzden kimse bizimle yani çingenelerle ya da karnavalda çalışan insanlarla uzun süreli arkadaş olmayı istemez. Sadece sevgi ya da aşk ilişkisi de kuramaz. Bizden çoğunlukla nefret ederler. Örtülü bir nefrettir bu ama kimse en gizli duygularını hiç beklemediği ve üstelik kendinden aşağı gördüğü birinden öğrenmek istemez... Üstelik en karanlık yanlarını görüyor olmalarına rağmen onları oldukları gibi kabul etmeleri onları dehşete düşürür. Ne de olsa tüm ömürlerini bunları gizlemek ve güzellemek için harcamışlardır. Oldukları gibi sevilmek fikri onları dünyayı değiştirme ve haliyle tüm sisteme karşı olma haline yaklaştırdığından bizler sistemin esas tehlikeleriyizdir... O yüzden bizleri hapsettikleri karnavallarda onlara en büyük aşkları yaşatır ve ertesi gün nefret ettikleri kötülere dönüşürüz. Bizi sevmezler ama onlara hissettirdiğimiz duyguları bir ömür de unutamazlar... 

Adam konuya girdi birden:

-Sizi niye aşağı görsünler canım! Sizin de mesleğiniz bu! Benim çok var mesela senin gibi arkadaşım! 

Lolié yine bastı kahkahayı. Adam şaşırdı. Beğenilmeme ya da kalbinin kırılması riskini alamadığı için yatağına girenleri bile satın almayı tercih eden beyaz burjuva erkeğin dudağına şefkatle küçük bir öpücük kondurdu. Belli ki onunla sevişebilmek için en insani yanlarını göstermeye çalışıyordu. Lolié bu duruma hep üzülürdü. Sadece sevişebilmek için olmadığı biri gibi davranmaya çalışan insanları, hayatlarına saygı duymadığı kadınlara nezaket göstermek zorunda olan adamları ilkel bulurdu. Üstelik gücüyle de etkilemeye çalışırlardı onu. Erkeklerin Lolié'nin hayatına giren en güçlü adamı her seferinde yalnız kendileri sanmalarını da biraz komik bulurdu. Paraya değer veren güzel bir çingene neden bir karnaval köşesinde bilmediği adamların ona hayal satmasını dinlerdi ki? Kimse bu soruyu sormazdı. Onlar sadece hayaller satar karşılığında Lolié'yi kandırdıklarını sanmak isterlerdi...  Yalnızca güzel bir gece için... 

Ama ondan hoşlanmıştı. Garip bir şapşallığı vardı. O yüzden oyunlar oynamayı bırakmıştı. Acıyordu bile bu haline birazcık. Bu hikayenin profesyonel mutsuzu kendi olacağı için en azından o mutlu olsun istedi. Ne de olsa insanlar tüm gücü ellerine geçirdiklerinde gerçek yüzlerini kolayca gösterirlerdi. Lolié, onun en karanlık yanları dahil hakkında her şeyi öğrenmek istiyordu. O yüzden söylediklerine çoğunlukla karşı koymamaya karar verdi. Evet sevgili yabancı, kandırdın beni! oyununa tüm samimiyetiyle devam etti

Sonunu bilemediği maceralar, kendisi hakkında bir şey bilmeme ihtimalini ona gösteren insanlar, kontrol edemediği ilişkiler, yönetemediği hisler, bilmediği evler, yataklar, dudaklar... Bu adamın en korkulu rüyasıydı. Ama yine de öyle olmadığını sanıyordu. Tüm gücüyle hakimiyetin kendinde olduğunu. Mutluydu da böyle. Bozmasa mıydı acaba hiç. Belli ki bir yarası da vardı...

-Sen niye burdasın biliyor musun dedi? sonra. Adam gözlerini büyüterek yüzünü suya bakan nehir manzarasından Lolié'nin saç uçlarına çevirdi. Ağzıyla tutmaya bile çalıştı hatta lavanta kokulu saç uçlarını gülümseyerek... Lolié de onun saçlarını okşayarak her zamanki gibi yapmaktan nefret ettiği şeyi yaptı ve ortamı buz gibi yapacak sözleri sıralamaya başladı:

-Eğer gerçekten sevildiğinden emin olsaydın bıraktığın yerden kaçmazdın. Hayatın boyunca her istediğini alan sen açgözlü olduğun için burda değilsin. Satın alınan sevginin gerçekliğinden emin olamadığın için burdasın. O çadırdan seni bu nehre çağırdığımda merak ettiğin soru da buydu. Ama kötü olan bugünü yıllar sonra hatırlayana kadar benim de seni sevip sevmediğimden asla emin olamaycaksın. Önce çadırdaki fakir çingene hikayesi olarak kalacak bu hikaye, belki daha sonra hatırladıkça gözlerini uzaklara daldıran garip bir anı olarak... Tenine ne zaman ılık bir su dokunsa aklının bir köşesinde bu günü hatırlayarak. 

Lolié'nin gözleri doldu birden... Senelerdir benzer şeyleri yaşamaktan çok sıkılmıştı. Ama çocukluk bu ya gökyüzü gibi gitmiyordu hiçbir yere ve haliyle onun laneti de... Kontrolü kaybetmeye başladığını anlayınca konuyu değiştirmeye çalıştı... 

-Biliyor musun? Belki de biraz birbirimize benziyoruzdur, diye devam etti sonra. Sevmeyi çok iyi beceriyor ama sevildiğimizden de hiç emin olamıyoruzdur. O yüzden geride bıraktığımız herkes pırıl pırıl devam ediyordur hayatına. Sevilmenin ışığı insanı yeniden yaratır çünkü. Ama insanoğlu ya bu bu ışığın kendinden geldiğine kendini ikna etmek için, ışığın kaynağı da hep mutsuz olsun ister. Çünkü bilirler ki eğer ışığın kaynağı kendi başına kimseye ihtiyaç duymadan hala parlıyorsa kendilerinin ödünç alınan bir zaferle sürdürdükleri bencil hayat bir gün bitecektir. Ama kaynak hiçbir zaman kurumaz. Kurusa bile de kaynak, kaynak olarak kuruyacaktır. Misal şu önümüzde duran nehrin kaynağı kimse şahit olmasa da bu nehrin başlangıç yeri... Sen biliyorsun. Ben biliyorum. Nehir biliyor. Ama denize döküldüğü yerde içerisinde yürüyen kimse bilmiyor. Nehir suyu ile denizin karıştığı yerde akıntının heyecanıyla zıplayan çocuklar nehrin kaynağının burada bir başına doğduğunu ve kenarında bir adamın bir kadını öptüğünü bilmiyorlar. Doğa böyledir. Hayat da böyledir...

Lolié gökyüzüne baktı. Derin bir nefes çekti. Ona verilen bu eşsiz ödül için hem teşekkür etti. Hem de veda etmesi gerektiği için kızgın olmaması gerektiğini bildiğini belli etmek için gözlerini kısıp açarak selamladığı tanrıdan aldığı güçle tekrar konuşmaya başladı.

-Biz herkesi iyileştirebiliriz. Bazen sesimizle, bazen tenimizle, bazen sözümüzle... Ama bizim yaralarımızın iyileşmesi pek mümkün değildir. Geçen senelerde çadırda ölen yaşlı bir tarotçumuz vardı. Yarayı bilen yarayı iyileştirir derler ya, yalan! derdi. Yarayı ödünç alan yarayı iyileştirir. Yarayı da bilir elbet ama kendisini iyileştiremeyenin iyileştirdiği yaradan ne beklersin. İyileştirmek değildir o. Ödünç almaktır. Yarayı ödünç alır yaralılar. Çünkü kimse kendilerinin çektikleri acıları başkaları da çekmesin isterler. Yalnız bırakıldıklarında kendilerini kırk kere düştükleri yerden kaldırmak zorunda kalan insanlar aynı acıları başkaları da çekmesinler diye başkaları yerine de düşebilmeyi isterler. Ne de olsa onlar alışıktır... O yüzden onları ne kadar kanatırsan kanat senin küçücük acına merhem olmayı daha değerli bulurlar. Bizim de lanetimiz bu. İyi geldiğimiz yaraları biliriz, buluruz. Fakat iyileştirdiğimiz yaralar ise bizi yine sevmezler. Acılarının emanetini artık bizim sırtımıza yüklemişlerdir çünkü. Sonra gözündeki bir yaşı sildi ve:

-Konuşacak ne çok şey varmış. Keşke burada kalabilseydin dedi usulca yine ama bu mümkün değil...

Adam zaman algısını, yer algısını, ıslak pantolonu rüzgar estikçe onu üşütse de sıcak soğuk algısını çoktan kaybetmişti. Diziyle oynadığı bu garip kadından ellerini çekip toprağa değdiğinde sanki hayatında ilk kez toprağı hissediyor gibi olmuştu. Sonra onun yüzüne baktı. Hayatında ilk kez tanıştığı birini nasıl yıllardır tanıyor gibi hissederdi insan. Üstelik kaybolduğu sudan onu çekip alıvermişti ve şu kısacık zamanda ne kadar çok yıl geçirmiş gibiydiler ki artık veda vakti bile gelmişti. 

Lolié tam bu anda gitmesi gerektiğini bilse de biraz daha kalmak istedi. Kendi lügatında kamikaze taktiği derdi buna. Madem bir şeyin acısı çekilecek o zaman en layığıyla çekilmeliydi! Gitmek birazcık sonraya kalabilirdi. Ve biraz önce yaralarını sardığını umduğu adamın ıslak dudaklarına yapışıverdi. Kuşlardan biraz utanacak şeyler yaptıktan sonra hızlıca üstünü başını düzeltip çadıra doğru seke seke koşmaya başladı. 

-Adam dur demedi.

-Lolié arkasına bakmadı...

-Kuşlar ise insanların karmaşık doğasından sıkılgan halleriyle şarkılar söylemeye devam ettiler... 

Çadıra döndüğünde sadece şunu düşündü: Belki bir gün gerçekten veda edebiliriz. Vedalar önemlidir çünkü... 

Sonra Şekspir'in oturduğu yerden onu izlediğini görünce irkildi. Şekspir, Lolié'nin başlarına açtığı yeni bela ile umutsuzca da olsa baş edebilmek için bağırarak ona seslendi:

-Vedalar duyguları göremeyenler içindir Lolié! Hazırlan! Akşama sahne var!

Onun bu her şeye sadece mantıkla bakan kafasını kara büyü ile koparıp karnavalın girişinde ibret-i alem olsun diye kazığa dikmek istedi. Ama maalesef ki onu çok seviyordu. Zaten tek arkadaşı da oydu. Sonra sahne aklına gelince yakalandığını anlayan pembe yanakları ve yaşlı gözleri yerine yüzünde birden güneşler açıverdi... Ne de olsa onun yaralarını sarabilen tek şey de şarkılardı... Düşündü sonra şarkılar olmasa bu kadar yara ile ne yapılırdı? Peki bu kadar yara olmasa şarkılar Lolié'nin dilinde bu kadar güzel salınır mıydı... Oturdu. Akşam ilk defa söyleyeceği yeni bir şeyler yazdı. Yazdığı şey hoşuna gidince de lanetli olmanın tek güzel yanının bu olduğunu fark etti. Ama işte Şekspir'in sözleri kafasında dönüp duruyordu: 

-Sahi, vedalar yalnızca duyguları göremeyenler için miydi?

Yorumlar