Kayıtlar

Genco Erkal Anısına - Yaşadım Diyebilmen İçin

Resim
  " Şimdiden çekilecek acısı bunun, D uyulacak mahzunluğu şimdiden.  Böylesine sevilecek bu dünya, "Yaşadım" diyebilmen için... " Bu çadırda büyük ölülerin ölümü hakkında konuşulmaz, sözler yasaklıdır. Dünyanın konuşmayı en çok seven sakinlerine sahip cadılar alemi, yüce ruhların ölümü karşısında dilsizdir. Ölüm sözlerle anlatılan bir rüya değildir çünkü. Büyük ruhlar göçtüğünde bu dünyadan, herkes ağlasa bile kimse birbirine "üzülme" de demez. Üzülmek. Tam da bu günler içindir çünkü. Üzülmek başka niye olsundur ki?! Hayatı mücadele ile geçenler ya aşka ya ayrılığa üzülür anca. Cadılar da gözlerinden nehirler aksa da kimseye üzülme demezler sadece birbirlerine kafa sallayarak onaylarlar acının gerçekliğini... Ağlanmalıdır çünkü, üzülmek bu günler içindir. Zalime boyun eğmeyip hakikatin karşısında saygıyla eğilenlerin kaybına Üzülmelidir dünya ve üzülmelidir zeytin ağaçları da. Gözyaşları akmalıdır yüce ruhların bu dünyadan ayrılışına... O yüzden Lolié hı

20 - Lolié: Tılsımlı Kolye

Donna karavanın kapısını hızla çarptı ve az daha Lolié'ye kara büyü yapacak sözleri söyleyecekti ki Şekspir ağzını kapatarak ona engel oldu. Lolié kıkırdarken "gerçekten açıklayabilirim" diye sayıklıyordu. Onun bu alaycı tavrına daha çok sinirlenen Donna parmak uçlarıyla Lolié'nin vücudunun anında pireler tarafından işgal edilmesine sebep oldu. Lolié parmakları ile bu işkenceye anında son verirken dayanamadı ve Donna'nın saçlarını tutuşturdu. Olayın büyüyeceğini anlayan Şekspir'in feryadıyla son bulan bu amansız cadı kavgasında ilk sözü Donna aldı: -Bunu nasıl yaparsın. Aylardır o evin ihtiyar bunak kafayı parayla bozmuş sahibiyle uğraşıyorum. O evi alırsak burda bir sene boyunca kalabilecektik. Nasıl bu adamın oğluna koruma tılsımı yaparsın. Üstelik tılsımdan sonra babasına yaptığım tüm büyüler bozuldu. 18'lik hizmetçisini kovaladığı için beni evden kovdu. Lolié! Birbirimizin bölgelerine karışmayacaktık. Anlaşmamız böyleydi. Bunu nasıl yaparsın! Yine iyil

19 - Lolié: Akrep mi? Yılan mı?

Adam panikle yerden kalkan kızın yanına koştu. Beyaz elbiseli bu kadın sendeleyerek bir taşın üzerine oturmaya çalışıyordu. Tam otururken devrilecekti ki adam kızın düşmesine engel oldu. Bacağından yaralanmıştı. Tam göremediği derin diş izleri vardı haliyle önce etrafa bakındı tehlikeli bir yaratık olup olmadığını kontrol etmek için. Daha sonrasında etrafın güvenli olduğunu fark edince tek bacağı ellerinin arasında olan kadınla göz göze geldi. Kadının yüzü kan ter içindeydi, saçları terden ıslanmış, gözleri ise boşluğa bakar gibi bakıyordu. Garip olan ise boşluğa uzanan gözlerinin aynı zamanda tam da onun gözlerinin içine de bakmasıydı. Sanki uzun zamandır tanıyor gibiydi onu. Bir an şaşkınlıktan durakladı. Eğer kadının alnından kan yüzüne akmasa saatlerce bu kadının gözlerine bakabilirdi. Kanın yarattığı panikle alnındaki yarayı kontrol etti. Bacağına göre daha küçük bir yaraydı. O yüzden öncelikle bacağına yöneldi. Refleksle bacağındaki zehri emmek için yarasını dudaklarının arasına

18- Lolié: Karpuz Ağacı

Lolié'nin uzun süren sessizliğinden oldukça korkmuştu. Hayatı boyunca bildiğini sandığı şehrin, bilinen bir ormanında, bilinmeyen bir nehrinin kaynağında çırılçıplak yüzerken bulmuştu kendini... Güneş parlıyordu tepede, kuş sesleri şarkılar fısıldıyordu ve her yer taze yosun kokuyordu.  Yosun kokusundan nefret ederdi. Ortamlarda deniz sevdalısıyım diye geçinir ama denizin beslenme çantası onun içini ürpertirdi. Üstelik bilmediği sularda yüzmeyi de sevmez, böcekti, balıktı, kestiremediği ne varsa hepsinden çekinirdi. Canı kıymetliydi. Ayaklarına taşlar batarken eli yosun tutmuş bir kayaya çarpınca da birden paniklemişti. Aslında her şey peri masalı gibi derdi bu anı bir kitapta okuyor olsaydı şayet. Ama yaşarken kontrolü dışında gelişen şeyleri, gel gelelimki hiç sevmezdi. Geçmişi biraz olsun unutmak ve ne istediğini bilememenin acısıyla kendisini kendisinden daha kötü şartlarda olan insanların arasına atmak için uğradığı çingene karnavalında yolu, arzularının peşine düşmesiyle bura

Yeni kitaplık, eski sevgili

Uzun zamandır blogumda başka öykülerin içerisine sığdırmaya çalıştığım bir sürü anı ve hikayeyle çeşitli masallar anlatıyorum. Hem geçip giden kendime arada konuk olabilmek hem de canımın yanığına birazcık buz basmak için. İnsan çok zorda kaldığında o acısının anlaşılmadığını hissettiğinde bir yerlere iz bırakabilmiş olmakla da yetinebiliyor. Dünya derdin olsa metroda asla tanımadığın ve muhtemelen asla bir daha görmeyeceğin kadına en gizli sırlarını anlatıp halledersin kızım sen sözünü duyduğunda tüm acının yükünün omuzlarından gidivermesi gibi insan yazdığında en büyük acılarını ve çıkmazlarını da iz bıraktığı için işe yarar sayabiliyor. Fakat son günlerde ya mutlu aşkların yazılı tarihi yoksa sorusu kafama takıldığı için inanılmaz dip kuyularda olmadığım, "drama queen"liğe uzun süre ara verdiğim ömrümün en bastığı toprağı hisseden kısmında yeni kitaplığımın macerasını anlatmak istedim. Yarama buz basmak için değil, yaralarım olmadan da var olduğum günlerin temiz çamaşır ko

Sapere aude!

Resim
"Yüreklice düşün! Gir bu yola seve seve! İyi yaşamayı sonraya bırakan kimse, yolunda bir ırmakla karşılaşıp da, akıp geçmesini bekleyen köylüye benzer. Oysa ırmak hiç durmadan akıp gidecektir." Ne tuhaf. Tüm cenaze boyunca bunu söyleyerek dolandı etrafımızda mezar bekçisi, misafirini bir an önce ülkesine istiyordu belli ki. Oysa biz, hepimiz onu vermeye hiç de niyetli değildik. Belki de bu yüzden söylediklerini dinlemeye hiç de meyilli değildik. Ne tuhaf. Her şeyin kontrolümüz altında olduğunu sanarken, aslında tek nefes sonrasının bile bize ait olmayışı. Bunu bilirken dahi hala öyle değilmiş gibi yaşayabiliyor oluşumuz. Toplansak hepimiz mezar bekçisinin hakkından gelir, vermeyiz işte şu kutuya sığdırdığımız koskoca ömrü ama öyle bir akış var ki nereye diye soramayacak kadar sürükleyen bizi. Beş dakika önce sana olan sevgisini okuduğun gözbebekleri, beş dakika sonra boşluğa bakan cam boncuklara dönüşüveriyor. Soğuk, anlamsız, ruhunu yitirdi

Sana Myndos'tan yazıyorum. (Bir Zamanlar - 2017)

Unutulan düşünceler nereye gider ? Bu söz benim değil, Freud'un ve ne yazık ki bu soruyu bilimsel bir sonuç elde etmek için soramayacak kadar da kalbim kırık belli ki.  Hiç olmadık zamanda da birden takılıverdi aklıma.  Unutulan sevgi nereye gidiyor diye dolandım durdum tesadüfen gezdiğin sokaklara düşünce yolum. Öyle ki adımımı atar atmaz burası nasıl da tam Brütüs'ün krallığı gibi demekten alamadım kendimi.  Oysa hep söylerim değil mi? -ölüler hissetmemeliydi. Yan yollarımızda mutlu olmalıydık. Ama unutulan hisler ne zaman karşımıza dikiliverecek kestiremiyorsun işte. Böyle olmamalıydı evet. Bu kadar acıtmamalıydı. Ama kangren olan bölgeyi kesip atmadıkça acısı baki belli ki. Ya o seni öldürecek ya sen onu ellerinle parçalayıp atacaksın yeterince güçlü hissettiğinde. ... Işıklar, masalar, sandalyeler, sahil yolu, ağaçlar, denize yakın balkonu çiçekten evler, deniz  üstünde yürüyerek ulaşılan adalar, neler, neler...  İnsanın nasıl da sürekli Allahım nasıl