Hadi biraz aşktan konuşalım.
"Günah, kendini reddedişle başlar."
Nasıl mutlusun.
-Aşk.
Gözlerinin içi gülüyor.
-Hani böyle her şey birden durup başka bir zaman diliminde akmaya başlar ya öyle. Hayatım boyunca hiç sakin kalamadım, kafamın içindeki sesler bir gün bile susmadı. Ama şimdi dokunduğum sandalyeyi bile hissediyorum. Dünyaya yalnız bunları hissetmek için gelmişim gibi. Sandalyeye dokunduğumda duran ve hiç bu kadar gerçek olmamış zaman ve bir de o. Bu bile üzerine oturup saatlerce düşünebileceğim bir şey anlayabiliyor musun ? Bir sandalyeyi izlerken ona sahip olduğum için şanslı olduğumu düşünmek. Garip miyim biraz ? Herkes de böyle mi oluyor, bendeki abartılı mı geliyor kulağa ? Anlatınca deli gibi mi görünüyorum? Ama öyleyse bile ben hiç bu kadar akıllı gibi hissetmemiştim ve ne söylersen söyle yine umursamayacağımı biliyorum, ne garip ama ne iyi.
...
Şöyle geçirdim içimden bugün sevdiğin adamın yatağında dans edebiliyorsan -iki türlü hem de- aşktır o. Dünyanın en aptal müziği çalarken kahkahalarla, en sevdiğin şarkı çalarken bazen can can dansçısı gibi popo sallamalı, şımarmalı bazen Sting'in Çöl Gülü hikayelerindeki o ateşli çingene gibi tutkulu ya da düğünlerde ortadan inmeyen modern dans konusunda başarılı abi ve ablaların daha beteri hallerle her şeyi ama her şeyi en uçta sanki dünyanın en güzel filmi çekiliyormuşçasına pozlarla yaşayıp sonu sarılmalı. Öyle aşk. Mis kokulu, dokunmalı, sakal karıştırmalı, kirpik saymalı, burun ısırmalı, bazen dudak ısırmalı da. Ve aylarca yıllarca çıkmak istemeyeceğin bir yatak inşa etmeli.
Belki de mutlu insanlar yazmadıkları için mutluluğu okuyarak öğrenemeyiz diye okudum bir yerde. Mesela Sevmek Zamanı'nda diyor ki adam: sana değil fotoğrafına aşığım. Anlamadığım mutlu insanların bile bunu ne kadar soylu bulduğu. Oysa mutluluk, kafandakileri giydirip sonra ona aşık oluğun kendi suretin değil. Hem bir nevi aslında ben seni değil egomu seviyorum ama bunu kendime bile itiraf edemiyorumculuk değil mi bu? -Bu kadar bencil bir adam olduğumu kabul etmektense insanlara ve kendime bunu aşk diye satmayı tercih ediyorum? Çünkü hiçbir şey kafamdaki kadar kusursuz olmayacak ve bu kusursuzluğu seni gerçek kılarak bozamam Echo'cum? Koskoca Narcissus'um ben üstüne üstlük bir de beni eleştirmeye kalkarsan sevgimi sınarsan filan sonra Allah muhafaza! Daha kötüsü ya ben kendi sevgisizliğimi fark edersem ya da kaybetme korkum yine kanıma girip tahammül edilmez kılarsa dünyayı? Bide yüzüme vurursan seni değil kendimi daha çok sevdiğimi sandığımı hatta onu bile sevemediğimi de en çok buna bozulduğumu ve bunu yaparken de aslında kendi korkularıma nasıl yenildiğimi. Dünya öyle güvenilmez ki! Ya senin karşında savunmasız kalırsam ? Ya incitirsen en zayıfımdan? Nasıl yaşarım? Kontrolüm dışında biri olursam hayata nasıl katlanırım?
...
Aslında bu hikayede kadın erkeğin kendi egosunu taşımak ve üstesinden gelemediği çocukluk yaralarını sarması için seçtiği bir askıdır, üzerine kendini, kendi yarattığı ruhu asar. O yüzden uzaktan bakar. Kadına ihtiyaç duymaz ya da onun ihtiyaçlarıyla ilgilenmez. Yakınlaştıkça orada başka bir dünya olduğunu görür ve o dünyayı istemez. Çünkü hiçbir şey kafasındaki kadar kusursuz ve itaatkar olmayacak bilir. Ve bu mutsuzluğa sıkışan herkes gibi o da bunu anlatır aşk diye. Yaşamaktansa anlatmaya o kadar vakti vardır ki haliyle biz bu hikayeleri daha çok duyar; aşkı böyle sanarak büyürüz. Çünkü insanlar çekilen acılara değil, kim iyi anlatırsa ona inanırlar. Ve mutluluların süslü kelimelere ihtiyaçları olmadığından en çok mutsuzların hikayelerine inanırız. Dünyada sadece karpuz dediği için mutlu olan insanlar var, halen. Dipdiri. Capcanlı. Hayatları da zor, korkuyorlar da çoğu şeyden ama onlar karpuz deyince mutlu oluyorlar. Halen. Vallahi.
Neyse.
Eğer sana karşı hiçbir şey hissetmeyen birine tutulduysan iyi düşün, irdele. Sevdiğin zaten onun gelmeyecek olmasını bilmenden mi? Peki gelirse seni korkutacak olan şey ne? Onu hayalindeki haliyle mi seviyorsun, yoksa gerçekte de sever miydin? İyi bak. Askı mı o?
Ben saksı mıyım ? durumu var bir de. Yani saksım olsun arada sularım. Ev havasız kalırsa balkona atarım ya da çöpe. Bunu da tavsiye etmiyoruz. Mevsiminiz geçene kadar iyi muamele görürsünüz sonrası yalnızlık çünkü. Bir ömür öyle mutlu olanlar da var yok değil gerçi, kızmıyoruz en azından dürüstlerse. Ama konumuz aşk. Öylece mutlulara da selam edip geçiyoruz.
Ne diyorduk. Ayaklarım üşüyor diye sımsıkı sarılmak aşk.
Çerçevelerden kaç, sevdiğine sarıl.
"Günah, kendini reddedişle başlar."
Seviyorsan söyle işte ara ya da ne bileyim. Bir kere gerçekten sevilince bir daha asla azına tamah etmiyorsun. Bir kere mutluluğu hissedince onun dışında olanlara kulak asamıyorsun. Mutluluk illaki sonsuz değil ama gerçek olduğu anlar sonsuz bilmelisin.
Sana kocaman bir tavsiye, hadi bugün aşığım diye gözlerinin içi gülen herkese sor inatla:
Hadi biraz aşktan konuşalım ?
(Bak gülümsüyorsun.)
Yorumlar
Yorum Gönder