Ana içeriğe atla

Düşmandan bir gül.




bağbozumu
bileşik & ad
  1. 1
    bağda son ürünü de toplayarak bağı üzümsüz bırakma.
  2. 2
    bu işin yapıldığı mevsim, güz, sonbahar.

    "Köy düğünleri genellikle bağbozumunda olur"






Bağbozumu kelimesinin çoğunlukla hüznü barındırması bana hep garip gelir. Bağbozumu denilince benim aklıma ilk gelen hep cevizdir. Mutluluktur yani. Tüm yazın bağa bahçeye ekilen hiçbir şey ceviz gibi değildir. Sanki tüm yaz cevizi beklemek için bu kadar güzeldir ki onu beklerken aklımızı yitirmeyelim böylece. Daha baharın gelmesiyle gözlerimi ceviz ağaçlarına dikerdim. 

-E dede ne zaman olacak bu cevizler bak yaz geliyor? 

-Daha ceviz olur mu hoyunuuu derdi o bayıldığım Ermenek şivesiyle bir yandan da yüzümdeki o manasız heyecan ve şapşallığa şaşırarak. Yalan değil kaç kere darladım adamı bağbozumu gelmeden cevizlerin olması için bir şeyler yapamaz mıyız diye? Baya zulüm oldum adama. Öyleki en son pes etmiş de beni böyle kabul etmişti. Ne zaman ceviz desem yüzünde seni bu yüzden seviyorumlu bir gülümseme oturmuştu. Hayır ben öyle sanmıyordum. Çünkü dedem incirin bile kuş yeniklerini bana ayırırdı sadece. Ananeme kızardı elleme kız yesiiin diye. Kuş yeniği nedir bilmeyenler mi görüyorum aranızda?

Utanmalısınız.

Kuşların ağaçlardan yedikleri incirler güneşte şekerlenir, kurur ve daha lezzetli hale gelirler. Ben Ermenek'ten ayrılana kadar kuş yeniği dışında incir yemedim hiç. Yalan olmasın normal incir yemeye çok geç alıştım. Hatta incir sever misin sorularına aa çok severim dediğimde incir geldiğinde inciri görünce sanki başka bir şey ikram etmişler gibi gelirdi, bozulurdum. Bu incir değildi ki bana göre. Lisede markette kuş yeniği incir satılmadığını öğrendiğimde insanların en güzeli nerede bulacaklarını her zaman bilememelerini ve bunu sorun etmemelerini çok dert edinmiştim kendime. Hatta baya incir reyonlarında ya şimdi siz bunu alıyorsunuz da bunun aslında kuş yeniği güzel olur filan diye söylenmişliğim de var. Ama alışıyorsun sonra tabi. 
Neyse ne diyordum. Ceviz!!! Sonuçta dedem Kızılçam Ağacı'na "Şam Fıstığı" aşılayıp ürün almış bir sihirbazdı. Üstelik ben o zamanlar Gaziantep'e gidip bir kg Şam Fıstığı alabilir miyim dediğimde yerlilerin bunu hakaret olarak algılayıp üstüne bir de azar yiyebileceğimi bilmiyordum. En son çenemi tutamayınca sohbetlerde rezil olmayayım diye şey fıstığı filan da dediğim oldu tabi ağzımdan şam kaçmasın diye. 

Neyse. 

O azıcık fıstıklar için tüm bağa uğraştığından daha fazla uğraşmışlığı da olurdu. Garip bir keyif alıyordu bu durumdan. O zamanlar hissediyordum da dillendirmiyordum. İnsan kaybedince zamanı, üzerine düşününce neyi niye sevdiğini daha iyi anlıyor belki. Sonra bir bakardım ki elinde on ya da daha az fıstıkla gelirdi gözleri parıl parıl. Dede e bu kadarcık mı yani derdim, bu kadar heyecanın ve çaban bunun için miydi ? Aşılama bu guzum gelecek yıl daha çok verecek derdi. Ve azıcık olan o fıstıklardan yeme hakkına sahip tek kişi bendim. Kimse bozulmasın sonuçta ben "düşmandan bir gül"düm ve dedem ağaçlara, ananem ise çiçeklere aşıktı. 
Bir gün annemden dayak yiycem tam, sıkıştımda odada mecbur ananeme kaçtım. İlk geldiğimiz zamanlar biraz bozuktu bize. Annem boşanıp geldiği için ailede sorun eden diğer akrabalar da olduğu için darlıyordu bizi bazen. Hani yuvanızı bilseniz böyle olur mu diye. Bana da dedemi paylaşamıyorum diye bozulmuştu sonradan. Söylediklerine göre bu yaşlı kadını neden aldın diyormuşum ananeme kızıp dedeme, sana gencini alalım diyormuşum bide üstüne. Dedemi genç görüyormuşum herhalde ya da ananeme bozuk olduğumdan damarına basmayı seviyormuşum. Ananemde kırk senelik evliliğimi bu kız bozacak ayanam diye söyleniyormuş. Sonrasında dedem çapkın çapkın gülüyormuş. Bunların hepsi ise kuzine sobanın yanında kurulu mis yer sofralarımızda oluyor tabi. İşte tüm bunlardan o gün ananemin arkasına saklandığımda beni koruyacağını düşünmemiştim. Sonuçta geçen ay eve tavşan getirince bizi evden kovmuştu annemle. O zaman çok kızmıştım ama şu an nasıl hak veriyorum. Kerpiçten evde tavşan beslenir mi ? Evi yıkar başımıza. O da öyle demişti ama ben onu kötü kalpli görüp çok ağlamıştım. Dedemi de kıskanıyorum malum : ) Neyseki sonra Ayşe Teyze bakmıştı tavşanımıza kendi evinin ahırında da ayrılmamıştım babamın aldığı tavşandan. 

Gelelim dayak mevzuna. Ananem ilk kez benim tarafımı tutmuştu. Annemden daha fazla söylenirdi bana ama o gün bilmem neden anneme "elleme kuzuma" dedi. O "düşmandan bir gül" ne istersin şuncağız şeyden?! Annem de ben de donduk kaldık. Ben ananeme sarıldım. Annem de düşmandan bir gül tamlamasını duyunca bir durdu, gülümsedi. Sonra bir şeyler oldu, sarıldık gülüştük. Dayak da yemedim. Çünkü annem de ananemin benim tarafımı tutmasına şaşırmış üstüne bir de bana ilk kez düşmandan bir parça gözüyle değil de düşmandan bir gül gözüyle bakmıştı. Düşman dediği tabiki babamdı malum büyüklerin işlerine akıl sır ermezdi. Ama kastettiği babamın kötü olması filan da değildi. Beni hikayenin içinde, savaşın ortasında barış ilan edilmesi gereken alan ilan etmişti. Ne bilgece bir sözdü. Üstelik düşünmeden birden çıkıvermişti ağzından. Hiç unutmuyorum bunu dediği günü. Belki de o günden sonra kendimi her savaşta hep çiçeklerin tarafını tutarken buluyorum. Yani hep barışın tarafı tarafım. Çocukların yanı yanım hep. Sonra ananeme sarılırken yavrumun yavrusu bu diye öperdi, mis. Şimdilerde kedimin yavrularına söylüyorum aynı şeyi. Bir gün kendi çocuklarım olursa   onları da öyle sevecek annem biliyorum. Çünkü annem yıllar geçse dahi hala arada bir dönüp düşmandan bir gül der bana bakar uzun uzun, gözlerimiz dolar sonra, ağlaşırız. 

Size bugün bağdaki üzümlerden sonrasında yapılan pekmezlerden, bandırmalardan, ananemle daha ilkokula giderken açmayı öğrendiğim ekmeklerden, su böreklerinden, baklavalardan, ananemin bağın kenarına ek diye verdiği kabak tohumlarını domateslerin içine ekip kabaklar olunca domatesleri mındar etmelerinden (ezmelerinden) ve ananemin kaç gün aşağı maldandan (ekili alan) kabak sökerken anneme ve bana söylenmesinden, annemin de Müge ne bilsin vermişsin küçük şehirli çocuğun eline tohumu eksin diye biz mi o diye kikir kikir çekirdek alma yerken ananeme gülmesinden, başındaki yazmanın uçlarını kafasına dolayıp kömürde mısır pişirmesinden, bağa giderken dahi kalın tel çorap giyip şehrin içinden şehirli kıyafetiyle geçip, bağa geldiğimizde ise iş elbiseleri giymesinden, sadece bağ evinin önünde küçücük bir alanda anlamsızca ekilmiş zambakları ananemin ölen dayımı sever gibi sevmesinden, şehir evinde pencere içlerinde yağ tenekelerinde yetiştirdiği binbir çeşit çiçeklerden ama özellikle de kırmızı sardunyalardan, nazik elleriyle ördüğü yatak örtüsü dantellerinden, Alzheimer hastası olduktan sonra beni hep küçük kız olarak hatırladığı için asla kim olduğumu kestirememesi ama sevdiğini hatırlamasından, yurtta parasız kaldığım ve sonucunda da aç kaldığım bir gece benden kmlerce uzakta gecenin bir yarısı Müge'ye bir yardım edin diye uyanıp sabah beni iyi misin diye aradıklarında hüngür hüngür ağlamamdan, normalde hastalığından dolayı kıpır kıpırken yorgun olduğum bir gün dizinde uyuyakalıp -ki uyuyanı hiç sevmeyen haline rağmen- saatlerce saçlarımı okşayıp evdeki herkesi hayret içinde bırakmasından ve uyandığımda da sıcacık gülümsemesinden, benim dizime yatmak istediğinde dizlerin acır mı kuzum diye sorup "oh yattım şöyle" diye uzanmasından sonra kalkıp aynı sorular ve cümlelerle saatlerce dizlerimde yatıp kalkmasından, ölmeden bir gün önceki gece başında beklerken hastanede beni sürekli sevip okşamasından sabah işe gittiğimde benim kız vardı bi' nereye gitti diye hasta olduktan sonra ilk kez beni hatırlamasından ve onu ne kadar sevip özlediğimi anlatabileceğim bir sürü, bir sürü şeyden bahsedecektim. Ama insan her zaman her şeyi uzun uzun anlatacak kadar güçlü değil işte. İnsan bazen yalnızca insan ve ölümü kabul edemeyecek kadar aciz. 

Ama ben yine de bağbozumunun mutsuzluk olmadığını dedem ve ananemden öğrendim işte. Emeğinin karşılığını bahşeder doğa sana mutlu sofralara otur diye. Azıcık yanlış budasan ağlayan o asma ağaçları, bağbozumunda üzümsüz kaldıkları için asla ağlamazlar. Çünkü doğa en güzel aynası hayatın. Geldik, gördük, dahil olduk ve gidiyoruz; daha yenilerini de yaşatmak için. 

Bu bol gözyaşı ile yazılan bir yazı olsa dahi asla mutsuz bir yazı değil, şansı öven bir yazı. Sevilmenin şansına sahip olan birinin duyduğu minneti anlatan daha çok. Ve ben hala bağbozumu mevsimi ceviz oyarken sabırsız davrandığımdan çirk lekesi yanında ellerim kan revan içinde gezmekten gurur duyuyorum. Cevizi yeme iştahım arsızlığımdan değil tüm baharı ve yazı onu bekleyerek geçirmemin haklı gururu çünkü. Ve ceviz de öylece açılması gerekirken kendi içindeki cevherin haklı gururuyla beni zorlayacaksa da zorlasın. Ellerim kan revan içinde bile kalsa ben cevizle kavuşmalar için o hevesimi asla yitirmedim. Ve artık yanımda elini kesersin diye elimden cevizi alıp oymama yardım eden ananem de yok, dedem de uzakta. Ama onlardan öğrendiğim en büyük hayat dersi şu: insanlara sırtını çevirsen dahi ağaca ve çiçeğe asla çevirme. Bağbozumlarını sevdiklerinle paylaşacağın büyük sofraların başlangıcı olarak gör, kutla. Her şeyin içinde hüznü arama, hayatı ara. Yaşama hevesini yitirme. Sebebini bilmediğin için devrilen kavak ağacına ağla ama kışın seni ısıtması için kullanacağından minnet duy, şükür etmeyi bil. Bağını sularken dahi olsa asla suyu boşa israf etme, suyun ruhu vardır onu incitme. Ve emek verdiğin bahçeyi/bağı hunharca talan etme gelecek yıla da ürün versin diye nazikçe hazırla.  Sen olsan da olmasan da doğanın yılları seninkinden fazla. Bağbozumunu veda sanma, yeni kavuşmalar say. 



Tarih saymayı asla sevemedim. Sevmeyeceğim de. Ananemin ölüm yıldönümü bugün. Seyde Gadın'ın. Nam-ı diğer "datlım kıymatlım." Sevilmeyi ve öpülmeyi çok sevdiğini bildiğimden bugün yıldızlara senin için kocaman öpücükler gönderdim. Seyde Gadın huuuuu diye de bağırdım tıpkı aşağı maldandaki annemin, yukarı havuzdayken seni çağırmasına özenip seni sürekli kandırmak için bağırdığım ve senin de cevap vermeyince o kadar yolu inip -noldu ayanam ne bağırınnn aşkın başına mı vurdu ehtimal!!! diye beni azarladığındaki gibi. Seyda Gadın huuuu diye seni çağırdım bugün. Seni Seviyorum. Ve evet hala o fotoğraftaki "en güzel" sensin. Rahmet içinde uyu derdim ama bilirim uyumayı çok sevmezsin. En güzel cennet bahçelerinde mis kokulu çiçeklerin arasında gezinsin ruhun. Elbet bir gün kokladığın o gül, düşmandan bir gül oluverir sarılıverir de boynuna. 



Seni çok seven.
Yavrunun yavrusu. 





Yorumlar