Ana içeriğe atla

Şeylerin Münferit Diktası

"Hangi anlam yeğlenen anlam olacak?"

Jamaikalı ünlü sosyolog Stuart Hall'in kaygısı bu. Onun kaygısının ve tüm insan hakları savunucularının vardığı temel nokta ise "hakikat". Çünkü hakikatın belirlenmesi talep ve uygulamalar için temel sağlayacaktır konu insan hakları ise. İnsan haklarını önemli ve birincil sıraya getirebilmek için de toplumsal rızanın hakikat ile tekrar yaratımı gerekli. Burada atlanmaması gerekli bir nokta daha ise doğruluk ile hakikat ayrımı. Suavi Aydın'a göre (2017) hakikatı, olan şey olarak alabilirken doğruluk hakikatin yansıtılma biçimini ifade eder daha çok. Yani ortada olanı bilmekle onu aktarmak aynı şey olmadığı zaman kendi diktanı kurmaya tam oradan başlıyorsun demek de aynı zamanda tüm bunlar. 

Her ne kadar ona Fuko deyince içimi acıtsada çok sevgili Foucault'nun Parrhesia'sından bahsetmezsek de ayıp ederiz. Bu kavramın ilk kullanımı Antik Yunan'a dayansa da ve anlamı hakikatı söylemek olsa da Fukocuğumuz (affet beni Foucault) bu kavramı eleştirellik ve cesaret açısından da ele alır. Yani en anlaşılır şekilde aktarmak gerekirse kafanın kesileceğini de bilsen "kral çıplak" diyeceksin. Köyün delisi de deseler ya da bir ömür kutsal insan (homo sacer) ilan edileceğini dahi bilsen Fuko der ki konu hakikat ise cesur olacaksın.

Tam bu satırları karalarken defterime birden yine bağıra bağıra şiir okuyan bizim çadırların bakım işlerini yapan Şekspir'in sesi kafamı allak bullak etti:

Yoldaş, veriyorum elimi sana!
Paradan kıymetli aşkımı veriyorum.
Tanrıdan ya da yasadan önce veriyorum kendimi sana.
Ya sen kendini verecek misin?
Çıkacak mısın benimle yola? *1


Haliyle onun o herkesin korkulu rüyası haline gelen çadırına koşturdum hafif sitemle:
-Ay yine neden bağırıp duruyorsun acaba?
-Güzel, hoş geldin, güzel.
-Böyle yaptığında deli olduğunu düşünüyorlar ve çadırda önüne gelen herkes işledikleri suçları senin üzerine atıyor biliyorsun değil mi? Daha geçen hafta kırmızı çadırda kızların iç çamaşırları kaybolmuş, herkes senin aldığını düşünüyor. 
-Şiir okuyorum diye mi, saçmalık! 
-Hayır! Bağırarak şiir okuyorsun diye! Ayrıca biliyorsun güzel kızları kandırman için bağırmana gerek yok, fıçının içerisinde yaşasan da İskender'leri ayağına kadar getirebilirsin Diyojensen.
-İstediğim güzel, güzel kızlar değil biliyorsun.
-Ay başlama yine, biliyorsun aramızda imkansızlıklar var.
-Senin imkansızlıkların kendinde, onları bile paylaşmazsın ki kimseyle.
-O ne demek öyle.
-Herakleitos der ki: ''Kat edilecek her yolu dolaşsanız bile ruhun sınırlarını yolculuğa çıkarak keşfedemezsiniz, hikayesi çok derindir...''
-Bunu bana değil git o koy koy gezip kendini bulduğunu sanan huysuza söyle. Sanki benim suçum tüm bu olanlar. Senin aklına da o sokuyor değil mi böyle şeyler? İki güzel yazısını okuyunca hemen onun tarafına geçiyorsun.
-Sen geçmiyor musun ?
-Ben yaradılış olarak kandırılmaya çok müsait doğmuş olabilirim ama bu aptal olduğum anlamına da gelmiyor Şekspircim. Hem Vergilius, Dante'ye "Daha iyi edersin başka yoldan gidersen, kurtulmak için bu yabanıl yöreden” deyip karanlık ormandan değil de başka yoldan gitsin diye ona yardım ederken sen beni karanlık ormanlara atıyorsun her seferinde. Neden? Sevmiyor musun beni?
-Çünkü özgürlük öğrenilmez, sen köle doğmuşsun boşuna zorluyorsun kendini.
-Sevmiyorum seni böyleyken.
-Sana bunları canın yanmasına üzüldüğüm için söylediğimi biliyorsun, kızma bana. 
-Biliyorum. Özür dilerim kalbini kırmak istemedim. Üzülme gerçekten sandığın gibi değil. Hem bak sen de seversin Pessoa der ki: Bugüne dek yaralamış olmasının yarası sayılmazsa artık yaralamıyor beni."

(Sessizlik)

 Yaşasın yenilenler!
 Yaşasın savaş gemileri denize gömülenler! 
 Yaşasın kendileri denize gömülenler!
 Yaşasın savaşları yitiren generaller, yenilen bütün yiğitler!
 Sayısız adı bilinmeyen yiğitler, bilinenlerin en yücelerine eşit olan!*2


-Bu oldu bak, bunu sevdim. İstersen tüm gece bağırarak bu şiiri okuyalım. Ne dersin?
-E sana da deli derler o zaman?
-Değil miyim? 
-Deli kadınlar şerefine içilsin o zaman bu gece!
-Deli adamlar şerefine içilsin!
-Peki başa dönelim o vakit: Hangi anlam yeğlenen anlam olacak?
-Devleti Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak tanımlayan Aziz Augustinus'a kulak verelim o zaman. Madem Tanrıcılık esas mesele:

Demek ki bize düşen görev ozanların sözleriyle yarattığı hoşa giden yanılsamaları yaşarken bunların yanılsama olduğunu bilmek arasında bir denge kurmak, yeryüzünde hissedebilen ve bilinebilen şeylerin sözlere aktarılmasının tadını çıkarmak ve aynı zamanda Tanrı'nın kitaplarında yazan onun sözlerinin içeriğini daha iyi okumak için kendimizi o bilgi ve hislerden uzak tutmaktır. 

-Bir diktadan başka bir diktaya diyorsun yani.
-Sevmek diyorum Şekspir, bildiğimiz anlamlara gelmiyor bazen. Sen cennete koşarken cehenneme çekiveriyor seni. Sen kötülüklerin kötüden doğduğunu sanarak büyüyorsun da sevgi kafana vura vura sana öyle şeyler öğretiyor ki sevginin ne olduğundan bile emin olamıyorsun. Dünyada sarsılmayıp sapasağlam duracak sığınacağın bir kavram, bir anlam arıyorsun ya onu hep sevgi sanıyorsun, öyle öğretiyorlar. Ama sevgi içinde tutsaklık da var olduğu için mi yoksa doğru aktarılmadığı için mi ya da henüz hiçbir dilde onu taşıyabilecek kelimeler bulamadığımız için mi bilinmez diktalar yaratıyor da fark edemiyorsun. Belki de konuşamadığımızdandır. Bunu da bilmiyorum. Kafandaki anlamları yaratan sen bile olsan anlatan dil ya, belki henüz hislerimizin hepsini anlatacak kelimelerin olmadığı bir dildir bizimki. Yeni kelimelere ihtiyacımız vardır bu şeylerin diktasını yıkıp özlediğimiz anlamları yaratacak. Olabilir' i düşün mesela. İçinde öyle bir tiranlık barındırıyor ki. Öznesi yok, nesnesi yok, fiil gibi ama değil de. Eylemi de yok. Bu edilgenliğin arkasında sığınıp olamamazlıklar üretiyoruz anlam yerine. Anlam ararken, anlamı yaratanın özneliğine hasret çekerken olamamazlıklar aşkına olabilirliklerle savunuyoruz sevgimizi bile. Ben artık bunları kaldıramıyorum Şekspir. Öznesiz sevgilerden yoruldum. Öznesiz cinayetlerden de. İnsan dediğin neyi nasıl yakıp yıktığını nasıl görmez diye soruyorum kendime. Ama canımı acıtan sorum değil cevabını biliyor olmam daha çok. İnsanlar acı çekiyorsan eğer bunun senin sorunun olduğunu düşünüyorlar her zaman. Adım gibi eminim, Tanrılara bile meydan okuyabileceğim en yegane inancım bu. Değil böyle. İnsan yalnızlığında büyümez Şekspir. Yalnızlığında ölür. Yalnızım oh diye gezen o yalıçapkınlarının hepsinin yalnızlığı onlara onları gerçekten seven biri tarafından bahşedilmiştir. Ve öyle hale gelir ki sevildikleri kahırlarından ölsün isterler bir zaman sonra. Ölsünler ki onlar sevildiklerinden asla şüphe etmesinler. Yalnızlıkları daha havalı hale gelsin. Olamamazlıklarla kurdukları olabilirliklerden öznesiz şeylerin münferit diktasını kurabilsinler. 
Ah Şekspir! Çok yoruldum. Bunlar neden benim başıma geliyor? Ben artık olanı bilmekten, onu anlayabiliyor olmaktan bile yoruldum. Çünkü anladıklarım anlatmak istediğim anlamlara karşılık gelmiyor. Çünkü benim hayalimde yeni kelimeler, yeni cümleler, yeni dünyalar var. Ama ne söylesem hepsini öyle bir iştahla yiyor ki bu bir şeyler ve öyle benzetiyorlar ki kendilerine en temiz niyetleri bile. Tabi Şekspir sorarsın haklısın. Temiz olan ne diye. Olamamazlıklar peşinde koşan birine olanı nasıl anlatayım sen söyle? Ortası yok ki bunun. Anlamı anlam bile değil. 
Peki sen, sen bari anlıyor musun beni be Şekspir?
-Hepsine eyvallah da esas konu bu değil biliyorsun değil mi ah güzel!
-Bunu sesli söylemek istemiyorum çünkü biliyorsun bir anlamı yok şeylerin dünyasında.
-Senin dünyanda var ama, buna değmez mi?
-Ah be Şekspir yapma!
-Anlamalarını beklemek için anlatmak zorunda değilsin, anlatmak istediğin için anlatabilirsin. Kimse yoksa da ben varım ya. Biz iki deli birbirimizi eğleriz. Ama tabi...
...
-Niye böyle bir şeye inandım en başında hiçbir fikrim yok ama işte öyle bir kapı açılıyor ki bu tarafa baktığımda, öyle başka bir şey oluyorum ki, dünyayı, kendimi, çiçekleri, ağaçları hatta ayı bile başka türlü görüyorum. Kendimden başka bir kendim yaratıyor gibi. Yardım almıyorum ama sanki o eksik parça olmadan o halime hiç geçemiyormuşum gibi de ama değil de öyle. Belki de tam böyle bir döneminde olduğu için hayatımda sanki o hallerime tanık olmuş bir şeyi asla unutamayacakmışım unutursam o halimi de kaybedecekmişim de gibi ama belki de aynı düşünüyoruz ya da ben de öyle düşünsem ah ne güzel kafa kafasıdır benim ki. Yani aslında önemli olan tüm bunları düşünme ihtiyacımın da olmamasıydı anlıyor musun? Düşünerek sevdiğinde ona benziyorsun çünkü. Ortaya çok güzel bir olabilirlikler dünyası çıkıyor ama anlamı bulmaya kalktığında öznesizlikten olamamazlıklarda ölüveriyorsun. Ölsem nasıl mutlu olur diye düşünüyorum bazen. Bunu annelerimizin terlik atarkenki sitemi gibi alma ama n'olur. Ölmüş olsam o olabilirlikler dünyasında öyle bir gerçekliğe dönüşürdüm ki kalbi üzülür ama aklı sevinirdi eminim. Ölsem, olabilirliklerin bile bir öznesi olurdu var olmayan. İnsan ya bu bak her şeyi ister be Şekspir. Olabilirlikler aşkına olmayışımı bile ister.
-Abarttın diyeceğim kızacaksın. 
-Belki 9 eylül geçti delirmeden. Bunu anlatamam ki kimseye abartının savunması gibi. Kimse anlamaz ondan başka. Delilik bu çünkü onun dışındaki herkes için. Ona da anlatamazsın ama ; diyorum ya şeylerin diktasında giyotine oturtuverir seni o sarsılmaz gururu. Ama garip olan sevdiğim herkesin deliliğimin şarkılara olan tutkumdan olduğunu düşünüp beni daha sıkı sararken, onun beni ipe götüreceğini bile bile bağıra bağıra deliliğimi duyurması yedi düvele. Sonra bana ölsem ne iyi dediğimde abartıyorsun diyorsun sen bile. Sen hiç kitap sevdin mi Şekspir? Hiç kitaplara sarılıp ağladın mı? Ya da hiç bir kitaptan kaçtın mı her kelimesini ezbere bildiğin halde? Herkesin altını çizdiği olabilirlikler senin olamayışın oldu mu mesela? Senin gözyaşını, kırık kalbini taşıyan kelimeler başkasının sargı bezi oldu mu? Öyle alıştırılmışsın ki olmayışlara başkasının yarasında var olan olmamazlıklarınla bile mutlu oldun mu? Parmaklarına değen her yıldız da ellerinin kan, gözlerinin kan olduğunu hissettin mi? Ah Şekspir! yüzüne kapanan her kapıda olmayışının olabilirliğinde hıçkıra hıçkıra ağladın mı sen diz çöküp? Tıpkı merdiven hikayesi gibi. Ama sen bilmezsin o merdivende neler oldu be Şekspir çünkü anlatamam. Anlatırsam şeylerin arasında onu da kaybederim bilirim, yaralarımı sarsın diye değil de anlasın diye anlatırım da şeylerin diktasında acımın bile kıymeti satılabilirliği Şekspir, söyle ben nasıl yaşayayım vücudumdan kanlar akarken sepetin içindeki o dillere destan güzel kafam ile?  
-Tamam anlatma sus. Yine yanlış anlaşılacaksın, sitem ediyorsun sanacaklar. 
-Ona bile hakkım yok değil mi? Olsun bu yüzden can yakıyor işte bir sürü hükümdarlıkta.
Olabiliyorsa madem olsun dediğinde kesinliğiyle övünen yüzlerin müphemlik maskesi düşüveriyor. Ah be Şekspir! Seni kimse anlamıyor.
...
-Belki de biz sevmemeliyiz, yani deliler...
-Belki de ben kedi olmalıydım, düşünmeden de sevebilen. 
-Bunca şeye rağmen diyorsun ki hala yani sevgi olmadan olmayacak illa. 
-Sevgi olmadan da olmaz be Şekspir, başka türlüsünü bilmiyorum. 
-Bugün kedileri övelim hadi o zaman. 
-Bugün beni, kedileri bırak da hadi seni övelim o zaman:

Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin. *3

Tüm gece çadır kentten atılmakla tehdit edilene kadar bağıra çağıra bu şiiri okudular. 
Sonra iki deli, kendi gerçeklikliklerine dönüp bu geceyi tamamen unuttular. 
Yarını yüceltmek, yeni anlamları dillendirebilmek için şeylerin dünyasından kaçıp yeni yeni kitaplara, yeni yeni dillere, yeni yeni kokulara sığındılar...

Okuyucuya not: Müphemlikler aşkına buraya bir daha asla uğramayın. 











*1 , *2 -Walt Whitman
*3 W.Shakespeare
Aydın, S. (2017). "Medya ve İnsan Hakları: Bir Varoluş Problemi" Yamuk Hakikat. 

Yorumlar